15 Ocak 2012 Pazar

DÜNYA GÖZLÜ DEV

Yazdığın satırların büyüklüğü karşısında, Senin için ne söylesem boş.... En iyisi ben susayım, sen konuş USTA. Ne de olsa, doğumgünü olan sensin.... Başka zaman olsa, kendim okumayı tercih ederim seni... Kızma ama sen, kendi şiiirlerini, pek bir fena okuyorsun... İyi ki doğmuşsun USTALARIN USTASI......



Ben Senden Önce Ölmek İsterim

Ben  
senden önce ölmek isterim.  
Gidenin arkasından gelen  
gideni bulacak mı zannediyorsun?  
Ben zannetmiyorum bunu.  
Iyisi mi,beni yaktırırsın,  
odanda ocağın üstüne korsun  
içinde bir kavanozun.  
Kavanoz camdan olsun,  
şeffaf, beyaz camdan olsun  
ki içinde beni gorebilesin  
Fedakarliğimi anlıyorsun  
vazgeçtim toprak olmaktan,  
vazgeçtim çiçek olmaktan  
senin yanında kalabilmek için.  
Ve toz oluyorum  
yaşiyorum yanında senin.  
Sonra, sen de ölünce  
kavanozuma gelirsin.  
Ve orada beraber yaşarız  
külümün içinde külün  
ta ki bir savruk gelin  
yahut vefasız bir torun  
bizi ordan atana kadar...  
Ama biz  
o zamana kadar  
o kadar  
karışacağız  
ki birbirimize,  
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz  
yan yana düşecek.  
Toprağa beraber dalacagız.  
Ve bir gün yabani bir çiçek  
bu toprak parçasndan nemlenip filizlenirse  
sapında muhakkak  
iki çiçek açacak :  
biri sen  
biri de ben.  
Ben  
daha ölümü düşünmüyorum.  
Ben daha bir çocuk doğuracağım  
Hayat taşıyor içimden.  
Kaynıyor kanım.  
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,  
ama sen de beraber.  
Ama ölüm de korkutmuyor beni.  
Yalnız pek sevimsiz buluyorum  
bizim cenaze şeklini.  
Ben ölünceye kadar da  
Bu düzelir herhalde.  
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?  
Içimden bir şey :  
belki diyor.





Dünyanın En Tuhaf Mahluku


Akrep gibisin kardeşim, 
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. 
Serçe gibisin kardeşim, 
serçenin telaşı içindesin. 
Midye gibisin kardeşim, 
midye gibi kapalı, rahat. 
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. 
Bir değil, 
           beş değil, 
                      yüz milyonlarlasın maalesef. 
Koyun gibisin kardeşim, 
gocuklu celep kaldırınca sopasını 
sürüye katılıverirsin hemen 
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. 
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, 
hani şu derya içre olup 
                            deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. 
Ve bu dünyada, bu zulüm 
                                    senin sayende. 
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer 
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak 
                      kabahat senin, 
                                     - demeğe de dilim varmıyor ama - 
                      kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!



Bulut mu Olsam

Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.









Bugün Pazar

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım... 










Büyük İnsanlık
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
                                        tirende üçüncü mevki
                                        şosede yayan
                                        büyük insanlık.

Büyük insanlık sekizinde işe gider
                                        yirmisinde evlenir
                                        kırkında ölür
                                        büyük insanlık.

Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
                                        pirinç de öyle
                                        şeker de öyle
                                        kumaş da öyle
                                        kitap da öyle
            büyük insanlıktan başka herkese yeter.

Büyük insanlığın toprağında gölge yok
                                        sokağında fener
                                        penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
                                        umutsuz yaşanmıyor.




Bu Vatana Nasıl Kıydılar

İnsan olan vatanını satar mı? 
Suyun içip ekmeğini yediniz. 
Dünyada vatandan aziz şey var mı? 
Beyler bu vatana nasıl kıydınız? 

Onu didik didik didiklediler, 
saçlarından tutup sürüklediler. 
götürüp kâfire : "Buyur..." dediler. 
Beyler bu vatana nasıl kıydınız? 

Eli kolu zincirlere vurulmuş, 
vatan çırılçıplak yere serilmiş. 
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş. 
Beyler bu vatana nasıl kıydınız? 

Günü gelir çarh düzüne çevrilir, 
günü gelir hesabınız görülür. 
Günü gelir sualiniz sorulur : 
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
 









Don Kişot


Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına
bir temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun ve kahraman Rosinant'ı.

Bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,

yel değirmenleriyle dövüşülecek.

Haklısın, elbette senin Dulsinya'ndır dünyanın en güzel kadını,
elbette sen haykıracaksın bunu

bezirganların suratına,

ve alaşağı edecekler seni

bir temiz pataklayacaklar seni.

Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin

ağır, demir kabuğunun içinde

ve Dulsinya bir kat daha güzelleşecek.








Doğum


Anası bir oğlancık doğurdu bana;
kaşsız, sarı bir oğlan,
masmavi kundağında yatan
bir nur topu, üç kilo ağırlığında.

Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu Korede,
sarı ay çiçeğine benziyorlardı.
Makartır kesti onları,
gittiler ana sütüne bile doymadan
Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu Yunan zindanlarında,
babaları kurşuna dizilmiş.
Bu dünyada ilk görülecek şey diye
demir parmaklığı gördüler.

Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman
çocuklar doğdu Anadoluda,
mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
Bitlendiler doğar doğmaz
kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
Benim oğlan
benim yaşıma bastığı zaman,
ben bu dünyada olmıyacağım,
ama harikulâde bir beşik olacak dünya,
siyah,
beyaz,
sarı
bütün çocukları
sallıyan
mavi atlas döşekli bir beşik.








Karıma Mektup


Bir tanem!
Son mektubunda:
"Başım sızlıyor
        yüreğim sersem!"
                          diyorsun.
"Seni asarlarsa
          seni kaybedersem,"
                           diyorsun,
                             "yaşayamam!"

Yaşarsın, karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı,
en fazla bir yıl sürer
             yirminci asırlarda
                              ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
       razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki, sevgili,
zavallı bir çingenenin
    kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
                      geçirecekse eğer
                                      ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
                         boşuna bakacaklar
Nazım'a!

Ben,
alacakaranlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarım kalmış bir şarkının acısını
                       toprağa götüreceğim...
Karım benim!
İyi yürekli,
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim;
ne diye yazdım sana
                          istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
                               kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal!
Paran varsa eğer
        bana fanila bir don al,
              tuttu bacağımın siyatik ağrısı.
                   Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli 
                      bir mahpusun karısı.








Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri


O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
                       bahçesinde ebruli
                                 hanımeli
                                           açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
                          hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
                         çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruli
                   hanımeli
                             açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
            yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
           bahçesinde ebruli
                     hanımeli
                               açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruli
                         hanımeli
                                   açan ev..




Vera'ya



Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana

Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm











2 yorum:

  1. Nazım'ın Dünyanın En Tuhaf Mahluku şiirini çok, pek çok severim. Mavi Gözlü Dev'le, Ceviz Ağacı'nı da. Bir de Çınar, Ben, Ağaç ve Kedi şiiri vardır...
    Güzel bir anma olmuş. Teşekkürler. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  2. Beğenmenize sevindim. Sizi ve bloğunuzu tanıdığıma da sevindim. Takipçinizim artık, çünkü bloğunuz çok güzel.Sevgiler....

    YanıtlaSil