29 Kasım 2011 Salı

RAZI DÜNYA

Şu sıra yılbaşı hazırlıkları var dört bir yanda.  Alışveriş merkezleri, çocukluklarında mahallelerine hiç Noel Baba uğramamış, ama her ne hikmetse, büyüyünce Noel Baba yapılmış adamlarla dolu...

Tek tek gözlerine ve elyaftan yapılmış sakallarına gözüm takılıyor. Gözleri başka, sakalları başka bir dilde konuşuyor. Sırf Onların gözlerindekini anlamak için, iyice bakıyorum yüzlerine.

Neşeli Hayat filmi vardı hani. O da bu konuya parmak basarak, bu garip sıkışıklığa mahkum, binlercesinden birinin hikayesini, traji-komik bir biçimde sunmuştu izleyiciye.

Akşam, iş bitiminde 2 otobüs, 1 minibüs değiştirilerek gidilen o evlerde, o mahallelerde, günden kalan tek bir şey olamaması, nasıl bir çelişkidir. Gürültülü müzik ve şıkır şıkır ışıklı o mağazalardan geriye, eve ne götürülebilir ki?

Geçenlerde bir tv programında izledim. Bu yıl ki Altın Portakal'da, en iyi belgesel ödülünü BEDENSİZ RUHLAR filmiyle alan, yönetmen Sabite Kaya, filmini anlatırken şöyle bir tespitte bulundu.

Belgeselde, fuhuş yapan kadınlarımız ele alınmaktaydı.. Programın sunucusu,  Sabite Kaya ile ayakta sohbet ediyordu. Zira bir önceki konukları  best model yarışmacısı gençler, arkadaki koltukları  işgal etmekteydi. Sunucunun,  kadınları fuhuş yapmaya neyin ittiği sorusuna yönetmen öyle bir cevap yapıştırdı ki küt diye, ama kim anladı bilinmez?

Sabite Kaya, 10 yıldır, fuhuş yapma sebeplerinde, değişim olduğunu vurguladı....Daha önceleri  gerekçe, ekonomik ve çaresizlikti dedi.  Kendileri veya birileri tarafından satılan kadınlar için şimdi durum farklıydı.

Yönetmen,  arkasında sıralanan gençleri de içine katan bir manevrayla stüdyoyu göstererek; " İşte bu sunulan ışıltılı hayat, ekonominin de önüne geçti." dedi. Genç bayanlar bu sunulan hayatta,  kendilerine de bir yer bulma umuduyla,  körpe bedenlerini satmaya kadar gidebilmekteydi.

Bu ışıltı içinde görünen güzel bayanların,  Muş'ta, Van'da, Antep'de, Trabzon'da yansıması bambaşka olabiliyor dedi.  ESKİDEN ÇARESİZLİK, AMA ŞİMDİ BAMBAŞKA BİR ARAYIŞ. Tabi ki önceleri de özenti sebebiyle evinden kaçan ve fuhuş batağına düşen kızlar vardı. Ama şimdi daha iyisini giyinmek, daha iyisinde oturmak, daha iyisini kullanmak amacıyla gelinen noktanın yüzdesi daha fazlaydı.

İnsanlar arasında eşitsizliğin olmadığı, RAZI OLMAYAN BİR DÜNYA umuduyla...

GÜNDEN KALAN

GÜNÜN CEP SÖZÜ:


"Aslında her aşk, diğerinin intikamıyla başlar. Çünkü birinin seni öperken, kimi unutmaya çalıştığını tahmin bile edemezsin." Köprüdeki Kız




GÜNÜN ATATÜRK SÖZÜ:
Medeniyet öyle kuvvetli bir ışıktır ki, ona ilgisiz olanları yakar, mahveder.




GÜNÜN ŞARKISI:
Gülay- Aşkhane Albüm ( Albümün tümü dinlenmeye değer... )




GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Anneciğim yatma hazırlıklarımın hepsini, ben kendim yapacağım, sen lütfen hiç karışma!!!!




GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Tamam Deroşum, şunu yap, bunu da yap demek yok, sen artık hiçbirini unutmayacak kadar bilinçlisin. Diş senin dişin, vücut senin vücudun, eller senin ellerin....




GÜNÜN YEMEĞİ:
Etli Yaprak Sarma ( Annelerinki en güzelidir. )




GÜNÜN OLAYI:
Rize Üniversitesi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi oluyor.




GÜNÜN FİLMİ:
Pan'ın Labirenti









2006 yılı yapımı, Hellboy,Blade2 gibi filmlerin yönetmeni Guillermo Del Toro imzalı,  fantastik film. Film Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarıştı. Meksikalı Yönetmenine, 3 dalda oscar ödülü kazandıran film, İkinci Dünya Savaşı sonrasında İspanya'da geçen fantastik bir yolculuğun hikayesi. 10 yaşındaki Ofelia, yeni taşındığı evin bahçesinde, esrarengiz bir labirent keşfeder. Labirentin içerisinde yaşayan Pan adındaki yaratık, küçük kızın tüm yaşamını değiştirecektir. Acımasız Komutan rolünde Sergi Lopez, izlenilmesi gerekli bir oyunculuk sergilemekte.


Pan'ın Labirenti savaşa karşı, insalcıl bir hayal gücünü savunan her film gibi, anlamını daima koruyacak.  Özel de İspanya İç Savaşına, genelde bütün savaş trajedilerine, bakışın anahtarı olacak bu filmin, izlemenizi tavsiye ederim.




GÜNÜN KİTABI:
Foto Sabah Resimleri- Ayşe Kulin



Ayşe Kulin'in 1995 Haldun Taner ve 1196 Sait Faik Öykü ödüllerini kazanan kitabındaki her öykü, farklı bir dünyadır. Mutlaka okunmasında fayda var.






GÜNÜN ŞİİRİ:


Öyle bir yerdeyim ki
Ne karanfil ne kurbağa
Bir yanım mavi yosun
Dalgalanır sularda
Dostum dostum
Güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe


Hasan Hüseyin Korkmazgil






GÜNÜN KÖŞE YAZISI:
ERKEK ERKEĞE ( Dilek Önder- Vatan Gazetesi )



Dilek Önder
Erkek erkeğe ne yapılır?


İki, üç ya da daha fazla erkek bir araya geldiğinde...


Kahveye gidip okey oynayanlardan, maça gidenlerden bahsetmiyorum. Ya da başka maço faaliyetlerden...


Yani kızlar gibi...


Buluşup sinemaya gitmezler.


Hadi bir öğle yemeğe çıkalım demezler...


Birlikte alışverişe çıkmazlar...


Birbirlerine kahveye gitmezler...


İçim daralıyor, gelsene bana, bunalımdayım konuşalım falan; hiçbiri yoktur onlarda...


Bunların öyle arkadaşları ve arkadaşlıkları da yoktur.


Çok genç yaşta olmuştur, üniversitede falan, o kadar.


Hele evli erkeklerin...


Arkadaşı mı olur?


Olmaz.


Ama...


ABD’de 3 bin yetişkin üzerinde yapılan bir araştırma sonucunda, evlilikleri süresince kendine ait sosyal hayatı olmayan erkeklerin evliliklerinin tehlikeye girdiği görülmüş.


Araştırmayı yürüten Prof. Edward Laumann, “Erkeklerin futbol ve arabalar gibi konular hakkında konuşacak birilerine ihtiyaçları vardır. Burada önemli olan, erkeklerin arkadaşları ile çıkmalarına izin vermektir” demiş.


Hıı...


Bunlar dışarı çıkacaklar, arkadaşlarıyla araba maraba konuşacaklar!


Oldu!


Bence de!


Nasıl çıkacaklar acaba?


- Aşkım, daraldım ben, Tahsin’le çıkıp biraz arabalardan konuşmak istiyorum.


- Tabii tatlım. Gece kaça kadar araba konuşursunuz acaba? Hayır, merak etmeyeyim!!!


- Sen yat, beni bekleme; bu yeni modellerin baya özellikleri var, uzun sürer.


Hadi len...


Araba konuşacaklarmış!


Yaşları 57’yle 85 arasında değişen 3 bin yetişkinin bilgilerinin karşılaştırıldığı araştırmada, eşleriyle ortak arkadaşları daha çok olan erkeklerin, diğer erkeklere göre iki kat daha fazla cinsel sorun yaşadığı ve eşleriyle daha fazla tartıştıkları tespit edilmiş.


Bu tespit için de araştırma yapmışlar ya, pes!


Yaşı 57 ile 85 arasındaki erkeğin cinsel sorununun kaynağı da dışarı çıkıp araba konuşamamak çıktı ya, helal olsun!


Yani çıkıp bir konuşsalar, var ya... Performansları süper olacak!


Valla olur da, evdeki eşlerine karşı olmayacağı kesin!


Hele hele mavi küçük haplardan, pardon arabalardan söz ediyorlarsa!!!


Tek eksiklikleri, erkek erkeğe dışarı çıkamamak!


Tabii önce bir arkadaş bulmaları gerekiyor.


Peki evli adamın erkek arkadaşı olur mu?


Biraz daha ileri gideyim...


Erkek adamın erkek arkadaşı olur mu?


Ben lafı hiç uzatmadan cevap vereyim:


Olmaz.


Varsa da tek bir işe yarar:


Kıtlama çay içmeye...

27 Kasım 2011 Pazar

BEYİN İĞFAL ŞEBEKESi


Bu başlık da ne böyle, dediğinizi duyar gibiyim. Televizyondan bahsedeceğim size.

80 li yıllarda evimize yeni alınan renkli televizyonun karşısında, donup kaldığımı hatırlıyorum dün gibi.

Bizimkisi Philips markaydı. Üst katta oturan amcamlar ise, Sony  almışlardı. Rahmetli Babaannem, bu renkli televizyonların ton farklarına kafayı takmıştı. Bizimkisinin renkleri, Ona göre daha canlıydı ve Sony'nin renkleri daha mat. Sürekli amcamlara kızar ve bu SONYA mıdır nedir? bunu neden aldınız, bu kötü derdi. Kuzenimle, SONYA lafını söyletmek için sürekli; televizyonun markası neydi babaanne? derdik çocuk aklıyla..

Televizyonla ilgili hatırladığım, daha pek çok şey var tabii. Katkıları da olur hayatımıza. Ama ya kaybettirdikleri...

Kaybedilen onca zaman ve uyuşan onca beyin..

Bu günlerde kafamı kurcalayan birşey var. Çocuklar için hazırlanan yayınların arasına serpiştirilen, cinsel ve şiddet temalı çalışmalar. Bunları kim ne için yapar orası belli de, kim bunun farkında?

Belli teknik çalışmalar ve filtrelerle çocukların bilinçaltlarına aktarılan bu bilgilere dur diyecek birileri yok mu? Çizgi filmlerin bazılarında, 25 kare olan sahne planlarının 26 ya çıkarılıp, araya 1 kare Fight Club filminden bir yumruk sahnesi koyulduğunu, küçük cadılı dizilerden birinde, ilk bakışta anlaşılamayan ve hızla geçip giden seks yazısı olduğunu, öğrendiğim de şaşkına döndüm. Bu, çok feci değil mi?..

Ebevylerin çocuklarını kimi zaman yemek yemesi, kimi zaman yaramazlık yapmaması, kimi zaman da onlara tahammül edemedikleri için, karşılarına oturtukları televizyonlardaki tehlikelerden haberi var mı?

Okul Radyosu programlarıyla büyümüş biri olarak, belki size paronayaklaştığım gibi, bir izlenim uyandırıyorum. Lütfen biraz dikkat diyorum sadece. Yetişkinlere dayatılan tv programlarının dönülmez yaralarıyla, mücadele edecek kadar güçlü değilim. Ama çocuklar için henüz, geç değil.

Aşağıda, televizyonun, zararları bulunmaktadır. Lütfen zaman ayırıp okuyun.

* Televizyon karşısında saatlerce hareketsiz kalmak obeziteye ve tembelliğe neden olabilmektedir. Ekrandan yayılan ışınlar, leptin ve ghrelin adlı hormonlarda dengesizlik yaratarak, yağ birikmesine neden olmaktadır. Liverpool Üniversitesinin araştırmasına göre, televizyondaki yiyecek ve içecek reklamları, çocukların abur cubur yemelerini %134 oranında arttırmaktadır.

* Uzun süreli televizyon izleyen  kişilerin, bağışıklık sistemi olumsuz yönde etkilenmektedir.

* Televizyonun yaydığı ışının, melatonini azalttığı, bunun da hormonal dengesizlikler meydana getirdiği, hatta DNA’da değişikliklerine yol açarak kansere bile neden olduğu bilinmektedir.

* Uyku bozukluklarına yol açmaktadır.

* Üretmeden kolay para kazanan ve sadece tüketen bireylerin oluşmasına yol açmaktadır.

* Çocukların erken ergenleşmesine sebep olabilmektedir.

* Seviyesiz programlar, uygunsuz haberler, zamanlaması uygun olmayan cinsellik ve şiddet içerikli yayınlar, çocukların gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir.

* Özellikle 4-7 yaş arasındaki çocuklar, televizyon programlarında gördüklerini somut olarak algılamaktadırlar. Korku, şiddet vb. görüntüler içeren programlar onlarda uyku bozukluğuna sebep olabilmektedir.

*İnsanların değer yargılarının sarsan, yanlış tercihleri doğru kararlarmış gibi gösteren yayınlar, toplumun yönlendirilmesinde, birinci derecede etkili olabilmektedir.

* İnsanlar reyting uğruna, gülünç duruma düşürülüp, zaafları ve hassasiyetleri kullanılmaktadır.

* Televizyon, insanları gerçek hayattan koparmakta ve istediği şekilde yönlendirebilmektedir. Bu da sosyalleşmenin önünde büyük bir engeldir. Günde 3 saat tv  başında oturan bir kişi, yılda 1080 saatini buna ayırır. Bu istenirse 500 saate indirilerek, gittikçe yanlızlaştırılan bireyler yerine sohbet eden, kitap okuyan, müzik dinleyen, yürüyüş yapan sahici insanlara kavuşulabilir.

Televizyonun, tüm toplum üzerindeki etkisi tartışılmaz. Peki televizyon kanalları bu etkiyi olumlu yönde mi kullanıyorlar mı sizce?

Çocuklarınızın gelişimlerini olumsuz yönde etkileyebilecek programları izlemelerine imkan vermeyiniz lütfen. Hepimiz bunu, toplumun geleceği için bir görev olarak görmeliyiz.


23 Kasım 2011 Çarşamba

BİRAZ MÜZİK YETER DEĞİŞMEYE


Adam, yıllarca cephede savaşıp geri döner. Trenden inip, garın karşısındaki geneleve girer. Biraz mahçup, biraz çocuksu bir ifadeyle, alt salondaki kadına bakar. Kadın hayli geçkin,hayli rüküş bir satıcıdır. Cesaretini toplar ve seslenir." BİRAZ MÜZİK LÜTFEN..." Kadın donup kalmıştır.Gelen müşteriye hangi kadınını satacağını düşünürek gülümserken, dudağı ve kalbi arasında gidip gelen ve mermi etkisi yaratan, bu cümle karşısında sarsılır.

Bir parça müzik, diğer bütün insani açlıkların yanında, nasıl da ilk istek duyulan şey olabilir sizce ?

Müzik tam da hayatın merkezindedir. İnsanın, anne karnında başlayan ve son nefesine kadar hiç durmadan atan kalbinin ritmi, müziğin ana unsurlarından biri olan metronomdan başka nedir ki ?

Bebeklerin, kendi dışındaki insanlarla iletişimini sağladığı ve duruma göre iniş, çıkışları ve belli bir tonajı olan ağlaması, müzik değil de nedir ?

Alt beyinleri iki kat performansla çalışan bebekler, birer kayıt cihazı değil mi? Kayıt cihazı, müziğin en işine yarayan aletlerinden biri değil mi ?

Üzüntü, sevinç, kutlama, anma, aşk ve daha nicelerinin birer müziği yok mu?  Ya dünyadaki en beter şey olan, ağıt yakmanın melodisi, hangi durumun da önüne geçebilir ki ?

Güne müzikle başlayan, başucundaki kitabın yanına, müzik koyan insanların, çoğalması umuduyla bakmak istiyorum hayata. O zaman ümidimin kaybolmasını bir nebze azaltıyorum.

Ama, müzikle çoğalan KALBİM, hapishanede, davasının görülmesini bekleyen tutuklu bir gazetecinin, bağlama kursuna gitmesine izin verilmemesiyle, binlerce atanamayan müzik ve diğer branşlardaki öğretmenleri gördükçe, bir güvercinin kanadındaki RİTM gibi HIZLANMAKTA.....

22 Kasım 2011 Salı

GÜNDEN KALAN

GÜNÜN CEP SÖZÜ:
“Kendi kapımı çalıp, merdiven altına saklandım kimi geceler, komşular kimsesi yok demesinler diye."Ahmet Nadir Caner


GÜNÜN ATATÜRK SÖZÜ:
Böyle bir devirde en büyük makam, çalışkanlara ait olacaktır.


GÜNÜN ŞARKISI:
Twist in my sobriety- Tanita Tikaram


GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Ben de anlamıyorum, nasıl çıktı bu hikaye benden? Anneciğim gizli biri mi var benim içimde, bu hikayeyi yazdıran?


GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Hayır Derinciğim içinde biri yok, içindeki o şeyin adı yetenek....


GÜNÜN OLAYI:
Bedelli 30 yaş, 30 bin TL, 30 bin kredi başvurusu, 30 Banka kredi promosyonu, 30 bin  mağdur, 30 köşe yazısı, 30 tartışma programı, 30 bin "acaba toplanan paralar depremzedelere ulaştı mı? 30 ay geçti de" diyen, 30 deprem, 30 şehit, 30 bin hasarlı bina, 30 bin işsiz hala, 30 bin maaşına zam bekleyen emekli, 30 gazeteci hala yargılanmadan hapiste bekleyen.......


GÜNÜN FİLMİ:
Hilary and Jackie / Paylaşılamayan Tutkular
Yönetmen: Anand Tucker
Oyuncular: Emily Watson-Rachel Griffiths,James Frain

Hilary ve Jackie çocuklukları müzik ile geçen iki kızkardeştir. Ablası Hilary'nin kendisinden daha iyi olduğunu gören Jackie, küçüklüğünden itibaren ablasını geçmek için çabalamaya başlar ve sonuçta da dünyaca ünlü bir çello virtüözü olur.Ablasına olan kıskançlık duygusunun, Jackie'e kazandırdıkları ve kaybettirdiklerini nefis oyunculuklarıyla taçlandıran, Emily Watson ve Rachel Griffiths başarılarıyla, o yılın en iyi oyuncu oscar adaylığına seçilmişlerdir.

"Bu Çello sana dünyayı verecek Jackie..Karşılığında Sen ona kendini vermelisin.."









GÜNÜN KİTABI:
Açlık- Knut Hamsun ( Varlık Yayınları )
Nobel ödüllü Norveçli yazarın bence en iyi romanıdır. Kitap; makaleler yazan bir yazarın, karşılaştığı zorluklar, çektiği sıkıntılar ve bu olumsuzluklar karşısında onurundan ve ahlaki değerlerinden taviz vermediğinin hikayesidir. Anlatımı çok etkileyicidir. İlk gençliğimde okuyup, hala etkisinden kurtulamadığım bu kitabı, şiddetle tavsiye ediyorum. Rejime başlayacaklara kitabı okurken ve bittikten uzun bir süre yemek yiyemeyecekleri garantisi verilir.




GÜNÜN YEMEĞİ:
Zeytinyağlı Kereviz ( Portakal suyunda ve patatessiz pişilirmesi önerilir. )


GÜNÜN KÖŞE YAZISI:
Gölge Kuşları-Ece Temelkuran

KENDİ gölgelerinden ibaret bir kuş sürüsü geçiyor Boğaz'ın üzerinden. Klarnet taksimi kokuyor hava. Çok uzak bir mahallede, tepelerde, tepelerin de ardında hatta, bir sobanın başında buluşan adamları görüyorum. Merhabalarından nefes buğusu çıkıyor kapıda, içeride sözlerin dumanı kalmıyor. Isınıyorlar, gülümsüyorlar birbirlerine yaklaştıkça. Birinin aklından "İnsan acaba yalnızken daha mı çok üşür?" gibi bir soru geçiyor, "Sigara?" diye soruyor sadece sobanın etrafındakilere. Havadan sudan konuşuyorlar önce. "Gözüm" diyorlar birbirlerine, "Ciğerim" diye alıyor lafı öteki. Böyle kestane kebabı gibi söz, elden ele, çok bekletmeden ve hızla çoğalırken sesler, açılıyor konu. Bir karar alacaklar bu adamlar. Canlarına nasıl tak ettiğini anlatmaya gerek duymayacak kadar birbirlerinin canlarından haberdarlar. Sobanın başında bir karar alınacak. Beceriksizce bir karar, kesin olmayan bir karar. Kesin olan tek şey bir karar alındığı. Tepelerde öyle bir şey oluyor, görüyorum.


Kendi gölgelerinden ibaret bir kuş sürüsü geçiyor İskenderiye Limanı üzerinden. Hastane önünde bekleyen gençlere polisler engel koyuyor Kahire'de. Rasha bağırıyor, "Yeter artık! Kifaya! Onun gözünü aldınız, şimdi de onu görmemizi mi engelleyeceksiniz!"
Malek'in dün Tahrir Meydanı'nda plastik mermiyle bir gözünü aldılar. Geride kalan tek
gözünü açtığında "Meydan'daki ihtiyaçları kim karşılıyor?" diye sordu. Arkadaşları gözünü kaybettiğini anlamadığını sandılar. Oysa biliyordu, ama Malek sadece ve hâlâ Tahrir'i merak ediyordu. Devrimlerini çalan ordudan gözünü alamayacaktı besbelli, devrimi geri alabilir miydi, bunun peşindeydi. Rasha, Twitter'da dün bu yüzden, ağladığı besbelli, bütün dünyaya "Domuzlar! Malek'in gözünü aldılar!" diye yazıyordu. Malek'in odasından çıktılar, nerede otursak diye konuştular. Oturdular ve konuştular. Bir karar alacaklardı. Nasıl bir karar? Tam görünmüyor buradan. Kesin olan tek şey karar alındığı. Görüyorum.


Şam'da, tepelerden adamlar bıraktılar güvercin sürülerini. Güvercin sürüleri başka sürüleri kandırmak için kırıtıyor, salınıyor, göz süzüyor havada. Halhalları var, gerdanlıkları var ve yine de kendi gölgelerinden ibaretler. Halep'te bir adam, hapishaneye girip çıkmış bıyıklarını buruyor. Kahroluyor adam bir yandan, bir yandan birilerini bekliyor evinde. Arap Ligi'nin kararı bir yanda, bir yanda Esad rejimi... "Böyle olmamalıydı" diyor adam, bıyıkları da aynı fikirde. Kapı çalınıyor. İki kere. Sonra bir kere daha. Adam kapıyı açıyor. Gelenlerin bıyıkları da girmiş çıkmış hapse. Bıyıklar karşılıklı bir şeyler mırıldanıyor. Oturuluyor. Birazdan karar verilecek. Nedir? Bilemiyorum. Ama görüyorum, karar veriyorlar.


Tahran tepelerindeki kuşlar, rahatlıkla geçmiş olabilirler Kudüs'-den. O yüzden kendi gölgelerinden ibaret olabilirler. Gölge gibi dalgın, kederli. O topraklar boyunca eğer bir savaş çıkarsa ölmeye gidecek binlerce genç adamı görmüş olmalılar. Hiç düşünmeden, o anda. Ortadoğu'nun tozu kadar kıymetsiz hayatlarından bombalar yaratacak, kendileri gibi genç adamları öldürecek bombalar olabilecek genç adamlar... Bütün o küçük, toz rengindeki evlerdeki, kimsenin adını bilmediği adamların tek tek ve tek başlarına karar alışlarını görmüş olmalı bu kuşlar. Sonsuz sayıda ölüm imkânıyla yüklü kanatları, ağırlaşıyorlar. Gazze yayılıyor topraklara, görüyorlar. Her yer Gazze olabilir bir günde. Dünyanın sonrası olmaz, öyle. Tahran'da birileri bir sobanın başında karar alıyor işte. Kum'da, Necef'te, Felluce'de, Beyrut'ta... Sobalarının başında, toz zerresi gibi insanlar, insanlığın kör bakan gözlerine doluşmak için kararlar alıyorlar.
İnsanlık, yarın yokmuş gibi koşuyor tarihin karanlık bir sayfasına...

21 Kasım 2011 Pazartesi

AŞK İÇİN

Ölümsüz eserleriyle aramızda, Nazım Usta...

"Aşk İçin Elinden Geleni Yaptıysan...
Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden   zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin.

Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır.

Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu.

Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki...

Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun Unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da aaaif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası....

Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun as olan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...? "

Ağzına sağlık Usta, demekten başka ne var, bilemedim ben...

20 Kasım 2011 Pazar

GÜNDEN KALAN

Bundan sonra, yazı olmayan günler için, günden geriye kalanları  paylaşacağım  sizlerle. Umarım keyif alırsınız.


GÜNÜN CEP SÖZÜ:
Kendi bahçesinde dal olamayan, girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor.Özdemir Asaf

GÜNÜN ATATURK SÖZÜ:
Saygısızlığın, tecavüzün küçüğü, büyüğü yoktur.

GÜNÜN ŞARKISI:
Yanıma gel- Halil Sezai

GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Ben odamı dağıtacağım, oyunum bitince birlikte toplayabilir miyiz anneceğim?

GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Odan senin alanın tabii dağıtabilirsin, işim olmazsa birlikte toplarız dert etme...

GÜNÜN OLAYI:
Tahrir Meydanı karıştı. 507 ölü var.

GÜNÜN FİLMİ:
The secret ın their eyes/El Secreto de Sus Ojos/ Gözlerindeki Sır



2010 yılı en iyi yabancı film oscarını Arjantin adına alan  filmde,1999 yıllarında gerçekleşen bir olayı geriye dönük olarak anlatılıp, 1974 yıllarına kadar gidilmektedir.Görevinden yeni emekli olan sorgu müfettişi Benjamin, mazisi 25 yıl önceye dayanan bir tecavüz-cinayet vakasının romanını yazmayakarar verir. Kısa bir süre sonra cinayetin acı dolu hatırası üzerine düşünmek, Esposito'nun güncel yaşamının detaylarını aydınlatmaya başlar ve Onu, duygularına ayna tutarak saplantılı bir aşkın ördüğü ağ ile yüzleşmeye zorlar. Ben bu filmi izlediğimde çok etkilenmiştim. gereksiz uzatmalar ve 25 yıl öncesindeki Benjaminin, görsel olarak pek değişmemiş olması durumu dışında, sona ulaşmak için soluksuz izledim.
Aslında herşey basit ayrıntılarda gizlidir. Sadece görmesini bileceksin. Sır nedir ki aslında görmesini bilene de diyebiliriz? Ve asıl önemli olan, herkesin bir şeylere olan zaafı meselesi. Hangimizin yok ki?


GÜNÜN KİTABI:
İkinci Yarısı-Ece Temelkuran




Yazmaya başlama sebebim...Bu kitap için ne söylesem azdır diyebilir. Bildiğimiz gerçekler, ancak bu kadar kesin, kısa ve etkileyici olarak anlatılabilirdi ki. Uzun zamandır okuduğum kitaplar arasında altını çizip çizip, dönüp dönüp okuyarak, kızım için üzerine ufak notlar yazdığım bir kitapla karşılaşmak süperdi. Her önüme gelene şiddetle tavsiye ediyorum şu sıralar ve güzel dönüşler, teşekkürler alıyorum. İyi ki varsın Ece Temelkuran, orada biryerlerde senin gibi birilerinin olduğunu bilmek güven veriyor....


GÜNÜN YEMEĞİ:
Sarımsak soslu makarna


GÜNÜN KÖŞE YAZISI:

KİM O?..

20 Kasım 2011 Bekir Coşkun

Depremden bir süre sonra, aklımda kalan bir fotoğraf:
Bir felaketzede, muhtemelen evinden geri kalan bir eski tahta kapıyı sırtına almış götürüyordu...
Nereye?...
O da bilmiyordu belki...
*
Uzun zaman o afetzede adamı ve kapısını düşündüm... Düşündükçe yavaş yavaş kapı benim sırtıma geçti...
Sırtımda bir kapı ile dolanmaya başladım bir zaman...
*
Ben de kapımı kimseye vermezdim...
Çünkü duvarları kimse girmesin diye yaparlar, varsın yıkılsın...
Ama kapı girilsin diyedir...
Gelendir...
Beklemektir...
Kavuşmaktır...
Umuttur kapı...
*
En çok yalnız insanlar kapıların anlamını bilirler...
Yazı hocam, ustam Ahmet Nadir, İstanbul’da bir apartmanda yapayalnız yaşadığı yıllarda yazmıştı o şiirini:
“Kendi kapımı çalıp, merdiven altına saklandım kimi geceler
Komşular
Kimsesi yok demesinler...”
*
Duvarlar olmasa olmasın, alıp giderdim kapımı...
Boş arsada arada bir geçerdim içinden...
Belki arkasında oturur, belki de arada bir “Kim o?” derdim...
Ya da canım mı istemedi; hani evde yokmuşum gibi yapardım, boş arsadaki kapımın arkasında...
Ama bir hasret, bir özlem, bir umut varsa...
Durup durup seslenirdim:
“Kim o?..”
Kimse varsa da...
Yoksa da...
*
O adam...
Kapısını sırtına almış giden adam...
Aslında kapıyı değil, o kapıdan gelecek olanları kaybetmek istemiyordur belki...
Belki kapı olmazsa “gelmezler” diyordur...
Belki yitirmek istemediği kapının çalınışıdır...
Ya da açılışı...
Özlemini taşıyordur aslında sırtında...
Umuttur sırtındaki kapı...
*
Ben de olsam...
Kapımı kimseye vermezdim...
Çalsa da çalmasa da seslenirdim:
“Kim o?..”
*
20 Kasım 2011 tarihli, Bekir Coşkun yazısı- Cumhuriyet Gazetesi

19 Kasım 2011 Cumartesi

YAŞLI ATOM KARINCA

Hep çok işim olur benim. Sanki iş, bana saplantılı bir aşık. Bu yüzden, birçok şeyi ertelerim. Tıpkı sizin gibi mi? Yapamadıklarımın toplamı, beni dayanılmaz bir karın ağrısı tadında, sıkıntıya sokar.
Arayamadığım arkadaşlar, gidemediğim insanlar ve yerler. Yiyemediğim yemekler,yapamadığım seyahatlar, okuyamadığım kitaplar, izleyemediğim filmler v.s. Belki bu sebepten, imkanlar yerinde olunca yahut yaşlanınca der ertelerim hevesleri...

Sanırsınız hepimiz, yaşlanınca zengin birer atom karıncaya dönüşecekmişiz gibi, yapacaklarımız çok kalabalıktır o yaş diliminde. Düşünsenize; bir ege kasabasına yerleşilir, spor yapılır,yürüyüş yapılır, namaz kılınır, Hacca gidilir, seyahatlar yapılır, hergün yemeğe çıkılır, dostlara gidilir, gezip tozulur,tıka basa yemek yenilir. Ooo atom karınca bile yığılıp kalırdı valla.

Yapılacak şeylerin  başında da, inançlar gereği yapılması gereken görevler vardır.  Nedense bütün namazlar yaşlanınca kılınır, ibadetler yaşlanınca yapılmaya başlanır. Buna da iyi bir kılıf bulunmuştur. Ölüm korkusu yaşlanınca gark eder insana denir. Dolayısıyla vakit azaldı eli çabuk tutmak lazım. Bu büyük bir palavradır. İşine gelmediği için yaşlılığa ertelenen şeyler, yaşlanmadan ölünmez ise; lafını yememek ve vicdan denen o büyük gözaltı aracının yoğun baskısından sebep,  yapılmaya başlanır. Ölüm korkusu ve cehennemde yanmak korkusu da cabası. ( Korkuyla yapılan herşey riyakarlıktır bana göre, ama neyse, şimdi konumuz o değil )

Bir de, yaşlanınca acaba bunları isteyecek miyiz konusu var.  Ben çok yaşlı tanıyorum imkanı var ama, şuradan 2 km gidebilecek vücut yapısına sahip değil, şu ya da bu yiyeceği, sağlık sebebiyle yiyemiyor. En vahimi ise isteği ve neşesi olmayan yaşlılar var.  Bazı şeyleri sırf görev olarak yapıyorlar.

Ya sen de o yaşlılardan olursan?

O yüzden, emekli olunca ya da 10 yıl sonra falan için, plan yapma. En iyisi şunu de: Para atıyorum bir kenara, çünkü yaşlanınca canımın istediğini yapacağım. En doğrusu bu.

YALAN HAYALLER, GERÇEKLEŞMEDİĞİNDE  ÖLDÜRÜR. GERÇEK HAYALLERE, HEP KOŞMANIZ UMUDUYLA...HAYAL İYİDİR, HAYATINIZDAN HİÇ ÇIKARTMAZSANIZ İYİDİR.

17 Kasım 2011 Perşembe

I'M A WOMAN

Betül Mardin'in kadınlar için öğütlerini paylaşmak istedim sizinle. Sakın Beyler alınmasın. Onlara da sıra gelecek. Kadınlar için yazarak,  kadın olmanın torpilini kullanıyorum bugün.

Toplumun şekillenmesinde, kadınların katkısı çok daha fazla. Buna rağmen şiddete ve cinsel ayrımcılığa maruz kalmaktalar..Üstelik hemcinsleri tarafından, ötekileştirilen kadınlar bile var.

Akıllı her kadın bilmelidir ki, kendilerine, bu kötü muameleyi yapan hastalıklı  erkekleri  yetiştiren de kendileridir. Erkek annelerinin özellikle bu yüzden, sağlıklı bireyler yetiştirmesi için, çok daha fazla bilinçli olmaları gerektiğine inanıyorum. Geleceğin kadınlarına bir katkı bırakacak olanlar da bugünün anneleridir yani.

İşte tam da bu yüzden aşağıda okuyacağınız maddeleri uygulamak önemlidir. Kendisine değer veren kadınlar benim için bir numaradır. Çünkü onlar yarınlarına değer veren kadınlardır....

1. Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah...

2. Hep çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.
3. Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini update et. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.

4. Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: One problem less! (Bir problem eksik!)

5. Çocuk meselesine gelince... Ha işte, burada akan sular duruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun değişen bir şey yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.

6. Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. Tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim!

7. Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesela benim babam, hiç üşenmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına, o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.

8. Olumlu olacaksın.

9. Bazı şeyleri kabul edeceksin. Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.

10. Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği ve şerefsizliği olduğunu bileceksin!! !


GÜNÜN CEP SÖZÜ:
Her zaman kalp kıran adam, ayakkabı içindeki taşa benzeyen bir arkadaştır. Elbert Hubbard

GÜNÜN ATATÜRK SÖZÜ:
Kadınların umumi ve hususi vazifelerinin başında validelik vazifeleri vardır.

GÜNÜN ŞARKISI:
Gönül kimi severse- Dilek Türkan ( Aşk Mevsimi )

GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Anneciğim çok sevinçliyim. Sınıf temsilcisi seçildim.

GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Politik hayatın hayırlı olsun Derinciğim!!!

GÜNÜN OLAYI:
Time, Tayyip Erdoğanı kapak yaptı.

GÜNÜN FİLMİ:
Revolutionary Road- Sam Mendes
Filmde, 1950’li yılların ortasında iki çocuklarıyla mutlu gözüken bir hayat yaşayan, ama konforlu bir yaşam elde edebilmek için göğüslenen baskılarla kendi gerçek arzuları arasında sıkışıp kalan, bir çiftin öyküsü anlatılıyor. Ben bu filmden çok etkilenmiştim. Hayata başka açılardan bakan, fakat birbirini de  saplantılı bir şekilde seven karı koca ilişkisi, süper oyunculuklar ve diyaloglarla şahane anlatılmıştı. Yaşadığı hüznü bu kadar da yüzünde yaşıyan az oyuncu bulunur Kate Winstlet gibi.Hele o son sahnesinde ki bakışı beynime kazınmıştı. Kaçırmayın lütfen.

Revolutionary Road Poster


GÜNÜN KİTABI:
Kürk Mantolu Madonna- Sabahattin Ali
Raif Efendi'nin içine kapanık yaşamında ruhsal olarak ne büyük fırtınalar yaşadığı ve bunları dile dökemeyip günlüğüne aktardığı; büyük aşkının yarattığı duygularının anlatıldığı bir aşk romanıdır. Raif efendi'nin kendi halinde keskin sükunetinin ardında gizlediği hayatını ve sevdiği kadına kendi tabiriyle Kürk mantolu Madonna'sına ulaşmak için verdiği tutkulu mücadele anlatılır.
Kitaba adını veren Kürk Mantolu Madonna adlı tablo Andrea Del Sarto tarafından yapılmış "Madonna della arpie" isimli tablodur ve şu anda Floransa'daki Uffizi Galeri'de bulunmaktadır. Şahane bir anlatım, Mutlaka okuyunuz.

Kurk mantolu madonna.jpg

GÜNÜN YEMEĞİ:
Hamsi  Fırın Izgara.Kılçıkları çıkarılırsa şahane oluyor çıtır çıtır....

GÜNÜN KÖŞE YAZISI:
Yılmaz ÖZDİL 17 Kasım 2011
Padişah açılımı

Gazeteler yazdı...

Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihinde ilk kez bir padişah için, Sultan 1'inci Abdülmecid'in ölümünün 150'nci yıldönümü vesilesiyle anma töreni düzenliyor. Padişah tuğralı davetiyeler, milletvekillerine gönderildi. Anma töreni 17 Kasım'da Dolmabahçe Sarayı'nda yapılacak.

*

Kendini Atatürkçü zanneden gaz'teciler derhal gaza geldi haliyle... Vay efendim, Cumhuriyet'in yaş gününü kutlamıyorlarmış da, Abdülmecid'in ölüm yıldönümüne tören yapıyorlarmış filan.

*

Padişah Abdülmecid denilen o arkadaş...
Öleli kaç sene oldu?
Evet, 150 sene oldu.

*

Peki, hangi gün öldü?
26 Haziran.
Hangi gün doğdu?
25 Nisan.
Tahta hangi gün çıktı?
1 Temmuz.

*

E hani 17 Kasım?
*

Hep söylerim, yurtsever'in salağı hain'den fazla zarar verir yurda... Güya cumhuriyetçi tipler Abdülmecid ismine sazan gibi atladı ama “17 Kasım”ın Abdülmecit'le falan alakası yoktur.

*

17 Kasım...Mustafa Kemal için idam fermanı yazan Vahdettin'in Türkiye'den defolup gittiği gündür!

*

“Dersaadet işgal orduları başkumandanı General Harrington cenaplarına... İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere devlet-i fahimanesine (yüce devletine) iltica ve bir an evvel naklimi taleb ederim efendim” diye dilekçe yazıp, hiç utanmadan, “halife-i müslimin” diye imzalayan Vahdettin'in, İngiliz işgal zırhlısının ambarına fare gibi saklanarak kaçtığı gündür!

*

Alenen...
Vahdettin'i anıyorlar.
*

Hazır, alayınız Dolmabahçe Sarayı'nda toplaşmışken... Mustafa Kemal'in son nefesini verdiği odada yapın bari töreninizi de, tam olsun.

16 Kasım 2011 Çarşamba

KENDİNİZİ SERBEST BIRAKIN

Hiç, birini öptüğünüzde, ölümlü olmadığınızı hissettiğiniz oldu mu? Eğer böyle bir deneyimizin olduysa ve siz hala o kişinin yakınında değilseniz, iş işten geçti diyebilirsiniz. İş işten geçmeden, siz bütün herşeye yukarıdan bakmaya başlamadan önce, yani tam da kalbindeyken o şeyin, daha henüz nefes alıyorken o şey, tadını çıkarmalısınız.
Çünkü herşey birgün bitecektir. Ne zaman biteceğini bildiğimiz somut şeyler var tabii.Ama yaşamınızın ne zaman biteceğini bilmemek, sizi hep dinomo eden bir unsur .Keşke bilseydim diyebilirsiniz. Ama inanın o kadar da sakin kalamazdınız bu gerçekle.
Ammy Winehouse öldüğünde aklıma gelen ilk şey, ne kadar çok şey daha yapabilirdi oldu. Ama bu benim düşüncemdi. Öldüğü günden önceki gün konuşma imkanımız olsaydı acaba, o da böyle mi düşünecekti?  Daha çok nefes, daha çok şey başarmak arzusunda mıydı?  Bunu hiç bilemiyeceğiz. Eğer kişi kendi canına kıymayı planlıyorsa ve bunu başarmayı tamamen kafasına koymuşsa, belki işte o zaman,  sonunu bilmenin ne hisettirdiğini,  ondan dinleyebiliriz. Ama ne kadar sağlıklı bir sonuç olacaktır ki bu?
Yarın ya da daha sonra ki gün, yazın veyahut 2 kış sonra,  şu saatte biteceğini bilseniz ömrünüzün, neler yapardınız kimbilir?
Sizi küçük bir düşünce  yolculuğa çıkarmak istiyorum. Hadi bir deneysel çalışmaya gidelim.
İmkanınız varsa yanlız kalabileceğiniz bir yere geçin. Mümkünse rahat bir oturma veya uzanma durumunda bulunun . Evet şimdi gözlerinizi kapatın ve tam da o zamana gidin yani ilk hatırladığınız şeye. Sizinle ilgili ilk neyi hatırlıyorsunuz. Küçük bir kız çocuğu veya oğlan çocuğu oldunuz dönemden aklınıza ilk gelen ne? Ve bu gelen şey eğer olumlu ise ve sona erdiyse o bitişte ne hissettiğinize dönün. Olumsuz ise ve yine bittiyse hissetiğiniz rahatlamama mı?
Hayalkırıklığı ve kurtulma. Bu iki duyguyla ilk tanıştığınız ana dönün.Tekrar o duyguları yaşamanın mutlak bir faydasını göreceksiniz. bu da sizi kıymet bilme ve başarma gibi şahane duygulara ulaştıracak.
İş işten geçmemiş yarınlara.....


GÜNÜN CEP SÖZÜ:
Bir SIR daha var, bütün çözdüklerimizden başka.HAYYAM

GÜNÜN ŞARKISI:
You know I'm no good ( Amy Winehouse )

GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Anne hatalarımı yapmamaya çalışıyorum, ama başaramıyorum. Yine de başarmaya çalışacağım.

GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Derinciğim Öğretmenenine sorar mısın? Proje ödevi için götüreceğin karton hangi boyutlarda olacakmış?

GÜNÜN OLAYI:
Bedelli Askerlik.

GÜNÜN FİLMİ:
Billy Elliot ( Stphen Dalory )





En İyi Yönetmen, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve En İyi Orjinal Senaryo dallarında Oscar'a aday olan film;Kuzey İngiltere'de bir madencinin oğlu olan Billy Elliot'ın hayatı, haftalık boks dersi sırasında tesadüfün gördüğü bale sınıfı sayesinde tamamen değişir.Babasından ve ağabeyinden gizlediği bale tutkusu, onun ailesine karşı olan sorumlulukları ve keşfedilen üstün dans yeteneği arasında bölünmesine neden olmasının hikayesidir. Gerisini izleyip görün, şahanedir.

GÜNÜN KİTABI:
Yabancı ( Albert Camus-Can Yayınları )





Kitaptaki Öyküde her şey çok kısa bir zaman aralığında olup biter. Cezayir’de, bir rastlantı sonucu, bir Arap’ı öldüren orta sınıftan bir Fransız, kendisini adım adım ölüme götüren süreci kayıtsız biçimde izler.İnsanın kendi hayatına yabancılaşmasının resmidir.

GÜNÜN YEMEĞİ:
ÇUPRA
Fırında Izgarası önerilir. Arasına sarımsak koymayı ve üzerine Zeytinyağı gezdirmeyi unutmayın.

GÜNÜN KÖŞE YAZISI:
MEHMET TÜRKER: ACİZLİĞİN İTİRAFI!..
 Sözcü
16 Kasım 2011

Tayyip Bey, Van depremi sonrasında neler yapıldığını iftaharla anlatırken, Van Valisi kentin perişan halde olduğunu açıklıyor, acil yardım istiyor!..

Devletin Valisi’nin “yardım edin” çığlığı, devletin deprem karşısında ne kadar aciz kaldığının itirafıdır!..

Tayyip Bey, dün de AKP Grubu’nda Van’a ne kadar para gönderdiklerini, ihtiyaçların giderilmekte olduğunu, verilecek faizsiz kredilerden filan söz ediyordu!..

Van’da ise bir çadırda 15 kişinin kaldığı, diğer bir çadırda 2-3 ailenin birden barınmak zorunda olduğu gerçeği vardı!..

Soğukta hastalanan, hatta ölen çocuklar, moraran eller ve ayaklar!..

***

Tayyip Bey, günkü grup konuşmasında Van’a 217 milyon lira gönderdiklerini açıkladı!..

Libya’daki muhaliflere gönderilen kayıtsız kuyutsuz para ise 300 milyon dolardı!..

Tayyip Bey‘in önderliğinde Somali için toplanan paralar ise Van’a gönerilen paranın iki misliydi!..

***

Vali, Van’ın “hayalet şehir” haline geldiğini, insanların başka illere göç ettiğini, şehirde açık lokanta bile bulunmadığını söylüyor!..

Vali’nin belirttiğine göre, Van’da ayakta kalan sadece 2 kamu binası bulunuyor!..

Kamuoyu duyarlılığının azaldığından, artık yardım gelmediğinden yakınıyor ve yardım çağrısı yapıyor!..

***

Depremzedelerin kaderi vatandaşların yapacağı yardımlara bağlı!..

Ama bu iktidar, her şeyin yolunda olduğuna dair o kadar çok laf etti ki, ilk günlerde başlatılan yardım kampanyaları “artık ihtiyaç kalmadı” diye yavaşladı, sonra da durdu!..

Bu yüzden depremzedeler kaderine terk edilmiş oldu!..

Peki devlet nerede?..

İktidar atıp tutarken, rakamlar vererek hayali faaliyet ve başarı tabloları çizerken devlet neden muhtaç hale geldi?

Çünkü depremin meydana geldiği 23 Ekim’den bu yana Van’da çok büyük bir karmaşa ve organizasyon bozukluğu devam ediyor, depremzedeler iktidarın bu beceriksizliğinin altında eziliyor!..

Tayyip Bey’in söyledikleri doğru olsa, Van Valisi “Yardım edin” diye yalvarır mıydı?…

***

Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda CHP Milletvekili Aydın Ayaydın, Cumhurbaşkanı’nın Dışişleri Konutu’nu boşaltmadığı için Dışişleri Bakanı’nın ikametgahı için yılda 570 bin lira ödendiğini belirterek şunları söylüyor:

“Vallahi de billahi de günahtır. Van’daki depremzede bu karda kışta çadırda yaşarken, buna nasıl vicdanınız elveriyor? Bu kiraların depremzedelerin de verdikleri vergilerden karşılandığı unutulmamalıdır”

Bir yanda lüks ve debdebe için oluk oluk akan paralar, diğer yanda depremzedeler için çadır ve soba bulamayan devlet!..

Tayyip Bey acaba hangisiyle iftihar ediyor?..

15 Kasım 2011 Salı

CAN

"İnsan, zaman içinde yaşlanmaz aslında. Bir ikindi, zamanın nasıl da geçtiğini düşündüğünde, düşündüğü bütün o zamanların yükü üzerine bindiğinde ihtiyarlar" diye okumuştum bir kitapta. Nasıl da haklıydı. Ben, tam da bu yüzden,  yani bu yüklerin üzerime bindiğini  farkettiğimde,  yazmaya karar verdim.

Bugün size can olmaktan bahsedeceğim biraz. Can olma  hissi, ne kadar da kıymetli artık biliyorum. Boşa harcanan canımlar, cicimler, tatlımlar bu yüzden çok değersiz.
Ben kızıma "Canım Kızım" dediğimde, şundan bahsettiğimi farkettim." Daha küçüksün. Şu an da olduğu gibi, gelecekte de hatalar, hem de çok büyük hatalar yapacaksın. Bazen ders alsan da, yine yapacaksın. Olsun ne fark eder, sen benim canımsın, hataların olsa da canımsın."
Derin, şu sıralar Küçük Kara Balık kitabını bitirdi. Benim gözümde O, kahraman bir balığa dönüşecek birgün. Daha sonra, benden başka birilerinin de kahramanı olacak. Birilerinin arkadaşı, sevgilisi, belki karısı olacak. Ama biliyorum ki benim hep kahramanım olarak kalacak. Hayatla ilgili çok başarısız olsa da bu, benim kahramanım olmasını değiştirmeyecek.

Çocuklarınızın kahramanı olmayı bırakın. Onların, sizin kahramanınız olmasına izin verin. Çocuklarınız, sizlerin başarısızlıklarınızı düzelttiğiniz, yapamadıklarını yaptırdığınız, kuklalarınız olmasın. Günahlarınızın temize çekildiği bireyler değil Onlar.
Toplumumuzun bana göre en ciddi sorunu;eğitimli de olsa güvensiz bireylerden oluşma durumudur.
Lütfen özgünevi tam, kendine özgü bireyler yetiştirelim. Ben yeterince bunu beceremesem de, farkında olduğum için biraz nefes alabiliyorum.

Daha sonra ki zamanlarda, bu güven sorununu yeniden ele almak isterim. Çünkü söyleyecek çok lafım var, bu konu da....


GÜNÜN CEP SÖZÜ:
''Mum olmak kolay değildir... Işık saçmak için önce yanmak gerek." MEVLANA

GÜNÜN ŞARKISI:
Kaybedenler Kulübü Soundtrack- get misunderstood ( Gülce Duru )

GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Anne, Gökçe dedi ki; Islık çalınca şeytan geliyormuş, bu doğru mu?

GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Bu aralar çok dalgınsın Derincim.....

GÜNÜN YEMEĞİ:
Ispanak

GÜNÜN FİLMİ:
Trainspotting- Danny Boyle

GÜNÜN KİTABI:
İş İşten Geçti-J.P.Sartre ( Varlık Yayınları )

13 Kasım 2011 Pazar

Beni Unutma



Hani ben değişik bir konu buldum, bunu mutlaka yazmalıyım der ya bazen insan. Burak Göral, tam da bu tanıma uyacak bir iş çıkarmış. Evet bunca yıllık sinema eleştirmeni, ben bir senaryo yazabilirim diyebilir .Evet kendini bu konuya hazır hissedebilir.  Bugün anladım ki bir şeyi eleştiren kişi, o işi iyi yapacak diye birşey yok.

UNUTMA BENİ filminden bahsediyorum. Mert Fırat  oyunculuğu ile çarpmasa da, beğendiğim bir oyuncu. Bana çok samimi geliyor. Başka dilde Aşk da, çok iyi bir performans sergilemişti. Kendisi hakkında, muhteşem oyuncu diyebileceğim kadar işini izlemedim. Atlıkarınca yı henüz izlemedim örneğin.

Unutma Beni' ye gelince, başta da bahsettiğim gibi senaryo açısında zayıf. Anakonuya çabucak ulaşma ve izleyiciyi bir an önce şaşırtma hevesiyle, diğer alt metinler üzerine yeterince çalışılmamış gibi. Klişe laflarla bezeli bir tiyatro eseri gibi dialoglar barındırıyor. Özlü sözler ansiklopedisi içinde gibisiniz filmi izlerken.

Günümüz Türk Sinemasının en tipik özelliği olan, samimi ve rol kesmeden yapılan oyunculuklar bu filmde bahsettiğim diyalektiklerle pek örtüşememiş. Hele de Mert Fırat'ın oyunculuk tarzının, havada asılı kalmasına sebep olmuş.

Açelya Devrim Yılhan ile ilk karşılaşmam bu. Daha öncesinde bir oyunculuk serüveni var mı bilmiyorum?  Ama oyuncu seçimlerinde, agresifleştiği anların denemeleri üzerine, filme uygun görüldüğünü düşünüyorum. Bu sahnelerde daha iyi. Konuştuğu diğer bölümlerde ağzının içine doğru konuşuyor gibiydi. Keza, bağırmanın içe içe olan şekli var mı  bilmiyorum? Acımasız olmak istemiyorum.
İyi bir senaryo ve yönetimle, çığlık attığı ve az konuştuğu bir rolle, iyi bir film çıkarabilir. Yani Ona göre yazılımış bir rolle.

Bu filmin, erkek başrol oyuncusu Mert Fırat olacağı düşünülerek, Ona uygun bir rol tipi seçilerek yazıldığı kanısındayım. Yani Fırat' ın oynadığı rol için, bir cast çalışması yapılmamış olabilir. Yan roller için ise, Tuğba Ünsal ve Kenan Ece popüler olduklarından, iyi seçim gibi. Oyunculukları da sırıtmıyor, yani oldukça ayarında. Aliye Uzunatagan ve Ünal Silver için de, iyi  seçim olmuş diyebiliriz.

Müzik konusu eğitimim olduğu için, daha bir ilgimi çekiyor. Bazı bazı çok yerinde bulduğum melodilerin yanında, ne alaka bu şimdi dediğim melodilerle de karşılaştım. O zaman genelinde iyiydi diyemiyor insan. Müzikler çok inişli ve çıkışlı bir başarıdaydı demek, daha yerinde olur. Akbar, biraz heyecan yapmış gibi. Çok başarılı bir sanatçı olduğu gerçeği ortada. Yine de filmin en kötüleri arasında diyemem müzikleri için.

Takva yı izlemiştim. Hatırladığım, Erkan Can'ın doyurucu oyunculuğuydu. Ödüllü bir film yöneten, Erkan Kızıltan başarılı olmuştu Takva'da .Dış Mekan çekimi az olan  Beni Unutma, kısıtlı açılardaki, iç mekan çekimleri ile doluydu. Oyuncunun içindeki potansiyelin, seyirciye akmasında, yönetmenin büyük katkısı olduğuna inananlardanım. Reji açısından da pek başarılı bulmadığım bu filmi, sonuna kadar dayanamayıp, bitimine tahmini 30 dk kala, terk etmek zorunda kaldım.

Yine de izlemek isteyenlere; denemelerini, Türk Sinemasına bütçe olarak katkı da bulunmalarını da tavsiye edebilirim. Belki biraz melankoli ve moral bozan konusuyla sizi başka bir boyuta çekebilir.Ya da Demans Hastalığı  ile ilgili bilgiyi, İnternet'i açıp bakmaktansa, filmden öğreneyim derseniz, gidebilirsiniz. Sen Sinemacı mısın ki bu kadar ahkam kesmişsin diyerebilirsiniz, ama değilsem de eleştirme hakkımı kullandım varsayın.Ben çok sıkıldım ama, renkler ve zevkler tartışılmaz diyorum son olarak. Mutlu kalın...