27 Aralık 2011 Salı

GÜNDEN KALAN

GÜNÜN SÖZÜ:
Biz de bilirdik sevgiliye karanfil almasını, lakin aç idik, yedik karanfil parasını...YILMAZ GÜNEY

GÜNÜN ATATÜRK SÖZÜ:
Hayat mücadeleden ibarettir.

GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Anne kartvizit ne demek?

GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Hamili yakınımdır demek?

GÜNÜN OLAYI:
KEŞAN Müftüsü Süleyman Yeniçeri, "Noel baba diye birisi yoktur. Aziz Nicholaos diye biri var ama bu uyduruk bir kişidir. Noel Baba baca ve pencereden giriyor. Ama doğru dürüst birisi olsa kapıdan girerdi" dedi.

GÜNÜN ŞARKISI:
Vampire Weekened-A-Punk

GÜNÜN YEMEĞİ:
Etsuyu ve brokoli eşliğinde bulgur çorbası.

GÜNÜN FİLMİ:
Sonbahar

 Özcan Alper'in yönetmenliğini yaptığı filmde, Uğur Bolak ve Derin'in yer aldığı YABANCI filminde babasını oynayan, Serkan Keskin oyunculukları ile göz doldurmaktalar.


Yusuf 12 yıl kaldığı cezaevinden birkaç ay ömrü kaldığı için salınır. Çamlıhemşin-Fırtına Vadisi'ndeki köyüne, yaşlı annesinin yanına döner. Köyün bozulan ekonomisi yüzünden sadece yaşlıların kaldığı köyde, zamanını arkadaşı Mikhail ile yaşayamadıkları gençliklerini düşünerek ve akoru bozulan tulumunu onararak geçirir. Çoğu zaman hapishanedeki yaşamının alışkanlığıyla kendini eve kapatır ve iç hesaplaşmasını yaşar.

Bir gün, ilçedeki bir meyhaneye Mikhail'in zoruyla gider ve Gürcü konsomatris kız Elka'ya aşık olur. Yakın olan ölümünü içinde saklarken, aşkından ayrılacağının acısı da acısına katılır. 

Dünyada ve Türkiye'de festivallere katılan, önemli ödüllere uzanan yapımı, olağanüstü Karadeniz görüntüleri ile izlenmesini şiddetle tavsiye ediyorum. Filmin final müziğinin link i aşağıdadır.



www.dailymotion.com/.../x9oncd_daim-yusuf-ort..


GÜNÜN KİTABI:
Gizli Anların Yolcusu

Tipik bir Ayşe Kulin kitabı diyemeyeceğim. Akıcılık açısından değil bu yorumum, keza 3 günde bitirdim. Değindiği konu ve erkek ağzından yazılması, Kulin için değişik bir durum. İçerisinde Elif Şafak ve hükümete de göndermelerin olduğu bir aşk romanı var elinizde. Şu sıra çok sevdiğim biri tarafından okunan kitap, okuma serüvenine bulaşacak olan bir aday tarafından okunuyor olmasının yanısıra, benim için değişik bir tecrübeyi tatmama sebep oldu. Çünkü ben eşcinsellik olayına önyargılı olmamama rağmen hiç bu konu ile ilgili kitap okumamıştım. Belki eşcinsellik durumu daha iyi anlatılabilirdi belki ama cesareti açısında Kulin başarılı. Kitabın finali ve tercihlerin illa ki aklanma kaygısı, dışında keyif aldım diyebilirim. Okuyun derim.

GÜNÜN ŞİİRİ:
Tanrının Gözyaşları

Bu korkunç kuraklık
Boynu bükük buğday başakları
Bu çorak toprak, bu susuzluk
Tanrı’nın kuruyan gözyaşları

Bebeler ergen doğuyor
Ninniler kahramanlık masalları
Yaşayanlar bu kanlı haritada
Taşırken iki büklüm onca yası

Bir büyük gözaltı hayatımız
Ölü çocuklar coğrafyasında
Kayıplar destanı hikayemiz
Melekler anaların dilsiz yasında

Bu bir bataklık
Yutuyor körpe tomurcukları
Dört kitap yazıyor
Eşittir Tanrı’nın çocukları

Her insan meyillidir ihanete, cinayete
Her insan merhametli ve zalimdir
Bir yandan gücün suç ortaklığında
Bir yandan sızlar vicdan, ilahi bir takiptir. SEZEN AKSU

GÜNÜN KÖŞE YAZISI:
Asal'et
Mebuslarımız bölündü.

Kimisi ağlıyor...

Yüzde 100süz maaşla geçinemiyoruz.

Kimisi itiraz ediyor...

Yüzde 100süzlük neyimize yetmiyor?

Hazır bölünmüşlerken..

Lordlar Kamarası kurulsun.

Bizi vekil tayin eden asil'lere yemek ısmarlıyoruz, düğünlerinde altın takıyoruz, dolayısıyla yüzde 100süz maaşla geçinemiyoruz diyen vekiller, Lordlar Kamarasına katılsın.

Giresun Lordu

Isparta Dükü

Çorum Kontu

Muş Markizi

Yozgat Baronu

Konya Prensi

Malatya Düşesi olsun.

"Bir haftadır et yiyemedim." diyen  Afyonlu arkadaş mesela...

Asal'et verilsin.

Arşıdük olsun.

Asiller sürünürken yüzde 100süzlük neyimize yetmiyor diyenler ise..

Avam Kamarası'na!

Kesin onaylar Çankaya...

Kendisi şövalye ne de olsa.

Anayasa'yı Şekspir'e, içtüzüğü Aleksandır Duma'ya yazdırırsın.. Ahalimiz neyin yürürlüğe girdiğini görsün diye, resmi gazeteyi de Göte'ye yazdırır mıydı, tamamdır bu iş...
Yılmaz Özdil


GÜNÜN FOTOSU:
pic.twitter.com/SD0KzzJi







25 Aralık 2011 Pazar

SANA BİR SÖZ YAZDIM BUGÜN

Yazılan yazılar, söylenen sözler ne kadar anlamsız hangimiz için? Artık anlamını yitiren didişmeler, hangimize hiçbir şey ifade etmiyor. Başardık mı?

Bir arkadaşım başaramadığını, ama ümit ettiğini yazdı  mesaj kutuma. Özlediğini, bilemediğini yazdı. Bu duygularını ne hafifletir ben de bilemiyorum. O bilmiyorsa ben nereden bilebilirim ki..

Ama gördüğüm bir şey var. Bunca şarkıya, kitaba, filme bakıldığında; gidenler ve geriye kalanlar..İstisnalar dışında, bir şekilde yürütmeyi başaran ve küllerinden yeniden doğan kahramanlar...

Giden de acı çekmez mi sanırsınız? Kızgınlıklar bitince acı dinmiştir. Önce ona kızarsın, sonra kendine ve bir daha ona ve kendine. Bu böyle yeni filizlere dek sürer.

Bir de istemeden gidenler var, göçüp gidenler bilinmez diyarlara. Sessiz Gemiye binip gidenler...

En azından bir yerlerde, bir zaman dilimini beraber nefes aldık dediklerimizin yaşadığını bilmek acıyı hafifletmeli. Sessiz Gemiden haber beklememeye şükretmeli.

Zararda olmayanlar sabırlı olanlardır. Sabır şahanedir. İnsanı terbiye eder, adam eder, büyütür.

 Acıyı, işkenceyi, tecavüzü, mahkumiyeti, türlü hastalıkları yaşayanlar nefes alıyorlarsa sabır olduklarındandır.

 Duruma alışmaktan bahsetmiyorum. Dünyanın en zor işi kürek mahkumluğudur. Ona da 28. gün alışılır.Alışmak gibi kötü bir huyu var insanoğlunun. "Yanlızlığa da alışır bedenim" gibi şarkıları dinleyerek düzelmez bu durum. Hep kürek mahkumu olmaya devam edersin.

SABREDERKEN HEDEF KOYARSAN, KÜREK MAHKUMLARININ ŞEFİ OLMAYA, İŞTE O ZAMAN BAŞARIRSIN...Mutlu olanlar, hedefleri için üretenler ve bunun yanına sevgiyi koyanlardır...

ŞEFLERİN ŞEFİ OLMAYA...........

22 Aralık 2011 Perşembe

GÜNDEN KALAN

GÜNÜN SÖZÜ:
Babalarımızın bizi eğitme kaygısı duymadıkları boş zamanlarında, bize öğrettikleri neyse, o olduğumuza inanıyorum. UMBERTO ECO

GÜNÜN ATATÜRK SÖZÜ:
Bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acıdır. Fakat kendi ırkından büyük tanıdığı insanlarda vefasızlık, felaket görmesi daha acıdır.

GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Anneciğim, bazı insanlar neden çok soru soruyor?  Aslında cevabını biliyorum ama söylemiyorum, meraklandırmak hoşuma gidiyor.

GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Ama sen böyle yaparsan, bilmece soranlar ne yapacak?

GÜNÜN OLAYI:
Fransa Meclisinde yapılan oylamada, Ermeni soykırımının inkarının suç sayılması için ceza verilmesi yönünde yasa teklifi kabul edildi.

GÜNÜN ŞARKISI: 
Dance me to the end of love- Leonard Cohen

GÜNÜN YEMEĞİ:
Erişteli yeşil Mercimek Çorbası

GÜNÜN FİLMİ:
PİNA
Pina 3D
Pina, Pina Bausch için çekilmiş bir film. Tanztheater Wuppertal Pina Bausch topluluğuyla üç boyutlu olarak çekilmiş bu uzun metraj dans filmi, 2009 yazında ölen büyük Alman koreografın nefes kesen eşsiz sanatını anlatıyor. İzleyiciyi bedensel ve görsel olarak büyüleyici bir keşif yolculuğuna ve efsanevi topluluğun sahnedeki yeni boyutuna davet eden Pina, ayrıca dansçıları sahnenin dışında, otuz beş yıldan uzun süre Pina Bausch’un yaratıcılığının yuvası ve merkezi olan Wuppertal şehrinde ve onu kuşatan endüstriyel peyzajda takip ediyor. Bu çok ilginç film, kızım Derin'in ilk 5'ine giriyor. Filmin ismi, onun yaratıcısı olduğu hikaye kahramanının ismi olacak kadar etkiledi onu. Umarım izlersiniz...


GÜNÜN KİTABI:
SİDARTA-Hermann Hesse

Sayın Abdi İpekçi'nin kızı sevgili Nükhet'in, kendi kitabını vererek okumamı sağladığı önemli bir yapıttır. Kitap, türlü sınavlardan geçip, türlü acılara katlanıp, türlü zevkler tattıktan sonra insan olmayı, insanları sevmeyi öğrenen bir insanın öyküsüdür.
Doğu felsefesi ve Budizmin keyifli ve berrak sularında ‘gerçek’in ne olduğunu, bu kocaman anlamsız dünyada ‘ben’ olmanın anlamını, ölümü, yaşamı, hırsları, aşkı irdeleyen roman, keyifli bir anlatımla her insanın kendinden kaynaklanan sorularına ışık tutuyor…
Sidarta'nın yaşamında öğrendiği tek şeyin, hayatın gelip geçici olduğu ve hiçbir şeyin kalıcı olmadığıdır.

"Bir kimse arıyorsa, gözü aradığın şeyden başkası görmez çokluk, bir türlü bulmasını beceremez, dışarıdan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen ey saygıdeğer kişi, belki gerçekten arayan birisin, çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri görmüyorsun…”


GÜNÜN ŞİİRİ:
DENGE
Sizin alınız al inandım 
Sizin morunuz mor inandım 
Tanrınız büyük amenna 
Şiiriniz adamakıllı şiir 
Dumanı da caba 

Bütün ağaçlarla uyuşmuşum 
Kalabalık ha olmuş ha olmamış 
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum 
Ama sokaklar şöyleymiş 
Ağaçlar böyleymiş 
Ama sizin adınız ne 
Benim dengemi bozmayınız 

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de 
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı 
Yangelmişim diz boyu sulara 
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum 
Hiçbirinizle dövüşemem 
Benim bir gizli bildiğim var 
Sizin alınız al inandım 
Morunuz mor inandım 
Ben tam kendime göre 
Ben tam dünyaya göre 
Ama sizin adınız ne 
Benim dengemi bozmayınız

TURGUT UYAR


GÜNÜN KÖŞE YAZISI:
Memnun bey ile Memnune hanım
Sevgili Memnun bey!
Sevgili Memnune hanım!
Hafta sonu anketlerde gördüm sizi...
“Halinizden memnun musunuz” sorusuna yüzde 75’e yakın oranla “Memnunuz çok şükür” cevabı vermişsiniz.
“Geçimim de yerinde” diyerek düşman çatlatmışsınız.
Gözümüz yok; daim olsun.
* * *
Saadetinize gölge düşürmek istemem, ama dünyanın gelir dağılımında en kötü üçüncü ülkesinde yaşıyorsunuz.
Tavandaki en zengin yüzde 20 ile tabandaki en yoksul yüzde 20 arasında 8 kat fark var.
Yani komşunuz aç; muhtemelen siz de her öğün et yiyip tok yatmıyorsunuz.
Ama şükür ki “Bir lokma-bir hırka” kültüründen geliyorsunuz; kanaatkârsınız.
Belediyeden kışlık kömürünüzü almışsınız.
Çocuğunuzun ders kitabını, ilacını bedava alabiliyor, hastaneye gittiğinizde alaka görüyor, akşam evde dizinizi seyrediyorsunuz.
Memnunsunuz.
* * *
Sevgili Memnun bey, Memnune hanım!
Kamu çalışanları, kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesine karşı yürüdüler dün...
Siz yürümediniz, bilemeyebilirsiniz:
Genel grev hakkı ve iş güvencesi istiyorlardı.
Son 10 yılda 700 bin iş kazası yaşanmış. 10 bin işçi ölmüş.
Resmi rakamlara göre 2,5 milyon işsizimiz var. Aileleriyle en az 10 milyon nüfus eder.
Belli ki siz, onlar arasında da değilsiniz.
Gazetecilerin yürüyüşünde de yoktunuz.
Ola ki haberiniz yoktur; televizyonlar pek vermedi çünkü:
Son KCK operasyonuyla içerdeki gazeteci sayısı 80 iken 100’ün üzerine çıktı.
Muhalif her gazeteci, sabah kapısının çalınıp gözaltına alınacağı ya da yayın organı tarafından susturulacağı anı bekliyor ileri demokrasimizde...
Dünyada, Çin’den sonra en çok Türkiye’de gazeteciler tutuklanıyor.
Yeryüzündeki “terör tutukluları”nın üçte biri Türkiye’de yaşıyor.
Neyse ki size dokunan yok; “Azıcık aşım, ağrısız başım” diyerek bunlara kafa takmıyorsunuz.
* * *
Ama takanı fena cezalandırıyorlar.
İtiraz eden, biber gazını yiyor.
Deresinin üzerine hidroelektirik santral istemeyen Hopalı, şehrine füze kalkanı kurulmasına karşı çıkan Malatyalı, paralı eğitime “Hayır” diyen üniversiteli coptan kurtulamıyor.
İçeri düşen ise, bir daha çıkamıyor.
Günetdoğu’da operasyonlar şiddetlendikçe yeniden ölüm haberleri yağmaya başlıyor.
Yüksek  Askeri Şura nın “savaş hazırlıkları”nı görüştüğü söyleniyor.
“Komşularla sıfır sorun” derken, “bütün komşularla sorun” noktasına gelen Türkiye, bunca derdin içinde bir de Suriye’ye müdahaleye itiliyor.
* * *
Sevgili Memnun bey,
Sevgili Memnune hanım!
Kimsiniz, nerede yaşıyorsunuz, bu tabloda yüzde 75’lik bir memnuniyet oranına nasıl eriştiniz, bilemiyorum.
Ama kıskanıyorsam namerdim; hatta gıpta ediyorum.
Sadece bu memnuniyetin temelinde “gamsızlık” yoktur diye umuyorum.
Size ebedi memnuniyetler dilerken, Nâzım’ın “Dünyanın en tuhaf mahlûku” şiirinden iki dize gönderiyorum:
“Adeta mağrur koşarsın salhaneye/
Bu dünyada bu zulüm,
biraz da senin sayende...”

CAN DÜNDAR-MİLLİYET

21 Aralık 2011 Çarşamba

BU DA KÖMÜRE KAPAK OLSUN

Anne tarafından Sinop'luyum. 
Sinop bir cennetir. Gidip görenler hayran kalır. Ülkemizin nice cennet yanlarından biridir. 

Sinop'un Gerze ilçesinde Anadolu Grubu'nun kurmak istediği Kömür santrali konusunu biliyorsunuzdur umarım.
21 Aralık günü, Anadolu Grubu projesine yeni bir ÇED ( Çevre Etki Değerlendirme ) raporu hazırlamak için aldığı ek süre dolmuş oldu ve böylece bu sürede şirketin ÇED raporu için gerekli zemin etüdlerini yapmak için bölgeye girilmesine izin vermemiş olan Gerze Halkının direnişine devam etmektedir.

Dün gece saat 01.00 sıralarında şirket elemanlarının sondaj makinelerini emniyet güçlerinin korumasında köye sokmaya çalıştığını duyan Yaykıl Köylüleri ve direniş nöbetindeki vatandaşlar, araçların önüne durarak canlı barikat kurdular.
Emniyet güçlerinin müdahalesine rağmen, kalkmamakta direnen vatandaşlar ile asker arasında kısa bir arbede yaşandı. Bu arbede esnasında bir vatandaşımızın çeşitli yerlerinden yaralandığı görüldü.
Gecenin ilerleyen saatleri olmasına rağmen olayı duyan Gerzelilerin de gelmesiyle kalabalık arttı. Bu arada emniyet güçlerinin, diğer araçların girmemesi için dozer ve iş makineleriyle barikat kurduğu görüldü.
Sabah 9.50 itibariyle sondaj aletleri panzerler eşliğinde Yaykıl'ı terketmiştir. 
( Alıntı- Gerze Gündem )

Bölgenini insanları çocuklarının geleceği için müthiş bir mücadele vermektedirler. Keza bölgeye yapılmak istenen kömür santralinin yol açacağı doğa katliamının sonuçlarını Greenpeace sayfasında okudum.Sizinle paylaşmak istedim.

Kömür, iklim değişikliğine neden olan en tehlikeli yakıttır.

Kömür santralleri, cıva kirliliğine sebep olur.

Kömür, küçük partiküller ve radyasyon nedeniyle gerçekleşen hastalıkların kaynağıdır.

Kömür yanması sonucu açığa çıkan atık zehirlidir.

Kömür madenleri yaralanmalara ve ölümlere yol açar.

Kömür elektirik üretiminde verimsizdir ve çok fazla toplumsal maliyeti vardır.

Kömür fiyatları petrol fiyatlarına bağlı olarak sürekli artmaktadır.

Durumun ciddiyetini kavrayan yöre halkı, gelecek nesillere bırakacakları topraklarını, kanuna karşı gelmek pahasına korumak çabasındalar.

Bölgede bulunmadığım için, konu hakkında sadece okuduklarım yoluyla bir yazı yazmaya oturdum.Hassasiyetim, Karadeniz gibi kanun yoluyla korunması gereken bir doğa harikasının, kanuna karşı gelinerek halk tarafından korunma çabasının ilginçliği. 

Doğayı Koruma Bakanlığımız olursa, bu gibi durumlar kökten çözüme ulaşır mı bilmiyorum. Ama bu gidişle kanser hastalığı her 4 kişiden 2 sinde görülmeye başlandığın da, Kanserden Korunma Bakanlığı kurulursa şaşırmayın derim.

Bir laz atasözüyle durumu özetlemek isterim.

AKIL HIYAR DEĞİL Kİ KİRİP DA VERESUN.

19 Aralık 2011 Pazartesi

GÜNDEN KALAN

GÜNÜN SÖZÜ:
Mala mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi? Bir muhalif yel eser, savrulur harman gibi. MEVLANA

GÜNÜN ATATÜRK SÖZÜ:
Ne kadar zengin ve refah olursa olsun, istiklalden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık sayılamaz.

GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Anne ben, bana istediğim o şeyi almadığın için suratımı asmıyorum. Canım surat asmak istediği için asıyorum.

GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Zamanlaman harikaymış Derinciğim...

GÜNÜN OLAYI:
Kuzey Kore'yi 17 yıldır yöneten Kim Yong-il öldü.

GÜNÜN ŞARKISI:
Kol Düğmeleri- Barış Manço

GÜNÜN YEMEĞİ:
Kremalı Mantar-Spagetti eşliğinde..


GÜNÜN FİLMİ:
Fireflies in the garden- Bahçemdeki Ateş Böcekleri
Bahçemdeki Ateş Böcekleri

Dennis Lee 'in yönetmenliğini yaptığı film; yarı otobiyorafiktir. Film, çocukken yazar babası Charles (Willem Dafoe) tarafından psikolojik bakımdan incitilen yazar Michael'ın (Ryan Reynolds) evini ziyarete gittiği sırada annesi Lisa'nın (Julia Roberts) hazin bir trafik kazasına kurban gitmesinin ardından geride bıraktığı ailesi ile tekrar kişisel bir bağlantı kurmaya çabalamasını anlatıyor. Hikaye, aşkın karmaşasını ve bir ailenin parçalanışını bir trajedi ile anlatmaktadır.
Ben bu filmi, psikolojik bozukluğu olan bir babayı canlandıran Willem Dafoe'nin performansı için izlenmesini öneriyorum. Ebeveyn olmanın nasıl bir sorumluluk olduğunu çok iyi anlayacağınızı umuyorum. İyi seyirler

GÜNÜN KİTABI:
Korkma İnsancık Korkma- Turgut Özakman

Tiyatro eserleri ve tarih kitapları ile tanınan Özakman'ın ilk kitabıdır.  Fikirlerine saygı duyduğum bir arkadaşımın tavsiyesi ile okudum. Bu kitabı okuduğumda henüz Şu çılgın Türkler ve diğer yapıtları henüz yayınlanmamıştı. Bu kitaplardan oldukça farklı bir tarz içeriyor konusu itibarıyla.Cumhuriyetin kuruluş yıllarının sancılı döneminde, geçen bir aşk hikayesi anlatılan. Neden insanların Cumhuriyete ihtiyacı olduğu sorusunun cevabını ve o dönemde yaşayan insanların düşünce biçimini çok yakından tanıyorsunuz. Müslüman ve gayrimüslimlerin o dönemdeki ilişkilerini,  birbirlerine ve dinlerine olan saygılarını tarih bilgisi alarak ve aşk romanı okumanın keyfini sürerek öğreniyorsunuz...
"Periler padişahının kızı Züleyha gibi çırılçıplak saçlarını beline akıtmış, ayakta duruyordu. Su tanecikleri inci dizisi gibi teninden aşağı süzülüyor, su almak için eğilip doğruldukça, ıslak kalçaları Balkız'ınkiler gibi kabarıp sönüyordu. Birden yan dönünce, soluğum kesildi... Sevdiğim her şey onda toplanmıştı."

GÜNÜN ŞİİRİ:
Ölmeyin

‎Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler,
İzzetinefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım
İstemeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen,
Veya bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
Görmek istemekten kaçınanlar
Yavaş yavaş ölürler.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
Dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler...

Pablo Neruda


GÜNÜN KÖŞE YAZISI:
Uzuuuun uzun anlatmayayım 


Türkiye’de... 
“Savaş suçlusu” ilan edilen 
Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan Ankara’ya inen Başbakanımız, 
“Hitler”e benzetilen İsmet İnönü’nün önünden geçip, “diktatör” damgası yapıştırılan Atatürk’ün mozolesine çiçek koyduktan sonra, “katliam” arşivlerini açmamakla suçlanan Genelkurmay’a 
gelip, “soykırım”cı denilen Fevzi 
Çakmak Salonu’nda YAŞ’a katıldı.


Bilahare...
Sarkozy’ye mektup yazan 
Başbakanımız, “Türkiye’de soykırım yok” diyeni hapse tıkacak yasaya dikkat çekti, Türk ulusunu hedef alan hasmane tutumları hayretle karşıladığını söyledi.


Yetmez ama evet yani.


Aklınızda bulunsun...
Fransızca oui yazılıyor.
Vıyyy diye okunuyor! 
Yılmaz Özdil

18 Aralık 2011 Pazar

İÇİMDEKİ YANGIN



Bu filmi izledikten sonra düşündüm ki ben hiçbir şey bilmiyorum savaşlar hakkında. Anlamsız savaşların insanlara neler yaptığı hakkında. Niye yaşamak zorunda bunları bazı insanlar? Doğdukları coğrafyada doğmamayı başaramadıkları için mi?  Bu kadar acımasız nasıl olunabiliyor? Böğüre böğüre ağlamak istedim ama sesimi bile çıkaramadım. Gerçekler karşısında herkesin susması gerekir de ondan....

Bir savaşın acımasız yüzü, olabilecek en sert ve korkunç haliyle anlatılmış bu filmde. Diyebilirsiniz bu bir kurgu. Ama olma olasılığı yok mu?  Kim nasıl bilebilecek ve engeleyebilecek?

Karmaşık köklerin, insanları içinden çıkamadıkları girdaplarda boğmasının filmi bu. İzlerken siz de boğuluyorsunuz. "Çocukluk insanın boğazına oturan yumru gibidir. Kolay kolay yutulamaz." diyor Neval Marwan.  Ortadoğu hali hazırda bile, bu gibi dramlara gebe. Tam da zamanlama gereği izlenmesi gerekli bir yapıt. Kazanımınız sağlam olacak.

Ben bu filmi izlerken oyunculuk, yönetim, görüntü, müzik  gibi unsurlara hiç takılmadım. Genellikle huyum kurusun bir bütün olarak bakarım izlediğim filmlere. Oyunculuklar, görüntüler, çekimler hele de müzik harika, ama  hikayesi ve kurgusuyla öyle bir ele geçirdi ki, diğerleri teferruat kaldı yanında. 

Ablam,  mutlaka görmelisin dediğinde, bunun böyle olacağı içime doğmuş gibi hemen ertesi günü edindim ve sarsıldım. Bittikten sonra kalkamadım ekranın başından. Final çok sarsıcı.

Küfrettim bu düzene.  Anneliği düşündüm, evlatlığı düşündüm, aileyi düşündüm. aşkı düşündüm. Aşkın intikamı için neler yapılabileceğini düşündüm. Bir evladın annesine ulaşmak için, sırf annesi onun fotoğrafını görebilsin diye intihar eylemcisi olmayı bile düşünmesinin, nasıl bir anne özlemi olduğunu düşündüm. Düşündükçe de küfrettim. Biz burada, yarın hangi ayakkabımı giysem, hangi marka parfümü sürünsem, hangi takı kıyafetime uyar, Fenerbahçe bu hafta kaç gol atacak diye düşünürken, dünyanın bir yerinde birileri hangi özlemlerle yanıp tutuşur tahmin bile edemezsiniz.

Neval diyor ki:" Hayatın bana öğrettiklerini, ben de düşmanlarıma öğreteceğim." ama son tahlilde öğrenen ve iki büklüm olan düşmanları değil, kendi çocukları oluyor.

Simon'un kız kardeşine 'bir artı bir bir eder mi' sözünden sonra, o soğuk sessizliği hissedebiliyorsunuz. Huzurun olmadığı bir yerde matematik ne işe yarar, bunu anlıyorsunuz . Huzur......

Bu pis savaşlar, ne tohumlar atmış yeryüzüne.  Sonuçta ne ahlak kalır ne inançlar,  ne de aile kavramı.  Burada kalan en son şey, hep beraber olmaktan güzel birşeyin olmadığıdır...BARIŞ VE SEVGİ İLE KALIN....




15 Aralık 2011 Perşembe

ORMAN PERİLERİNİN KORUSU


Büyük İskender Aristo'nun öğrencisiymiş. Bu büyük düşünürün kuşkusuz İskender'in hayatında, önemi büyük olmuş.

İskender'in yanı sıra, birçok ailenin çocuğuna da ders veren Aristo, Mieza'da 'Orman Perilerinin Korusu' adında bir okul kurmuş. Laf aramızda ben bu okulun ismini çok sevdim. Keşke hepimizin birer korusu olsa da, ben de bu ismi seçsem diyerek, konumuza dönüyorum.

İskender, Aristo'ya sevgisi ve hayranlığını öğrenciliğinden sonra da devam ettirmiş.

"Babama hayatımı borçluyum, Aristo'ya ise değerli bir hayat sürme bilgisini " diyen İskender, adamlarını onun emrine vererek dilediği gibi araştırma yapmasına olanak sağlamış. Hatta, Aristo'nun elde etmeye gücünün yetmeyeceği birçok değerli el yazmasını da ona sağlamış.

Dünyayı elinde tutacak güç ve iradeye sahip Büyük İskender, güngelir dünyayı keşfedecek ve insan düşüncesinde yeni bir dünya yaratacak dehaya sahip, felsefenin duayeni sayılan Aristo'ya, bir mektup yazar ve "Zapt ettiğim topraklardaki insanları, tahakküm altına alabilmem için, neler yapmalıyım diye sorar. Ve yapabileceklerini sıralar:

Ülkenin İleri gelen insanlarını;

1-Sürgüne mi göndermeliyim ?
2-Hapse mi Atmalıyım?
3-Kılıçtan mı geçirmeliyim?

Aristo' nun cevabı :

1-Sürgünde toplanıp, sana karşı başkaldırırlar.
2-Hapishaneleri militan yuvasına çevirirsin, kontrolden çıkar.
3-Kılıçtan geçirirsen, onlardan sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, tahtını sallar.

Çözüm olarak şu nasihati verir:

"İnsanlar arasına nifak tohumları ekeceksin, birbirleriyle savaşınca hakem olacaksın, ama anlaşmaya giden bütün yolları daima kapalı tutacaksın."

Bu nasihatlar neden bana, hiç yabancılık çekmediğim bir durum gibi geliyor? Ya size nasıl geliyor?....

Daha da acısı, hümanist olduğunu düşündüğüm Aristo'nun,   hem de hep yerleşmek istediğim topraklarda şahane işler yapmış ve okuluna ORMAN PERİLERİ KORUSU ismini koyacak kadar naif bir eğitimcinin, böyle alçakça bir hiyerarşinin fikirlerinin tohumunu atmış olması. Bu bir yalandır değil mi? yok yok dememiştir, yalandır, yalan????

13 Aralık 2011 Salı

GÜNDEN KALAN

GÜNÜN SÖZÜ:
Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden bilebilirsin, hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?- Şems


GÜNÜN ATATÜRK SÖZÜ:
Türk Ordusunun, onun faziletini, kıymetini ve bu ordu ile neler yapılabileceğini benim kadar anlayan az olmuştur.


GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Anne, ben galiba büyüyünce, dansçı olacağım. Çünkü dans ederken çok mutluyum. Hep dans etsem keşke.


GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Keşke Derinciğim keşke, hepimiz hep dans etsek de mutlu olsak keşke...


GÜNÜN OLAYI:
Anayasa Mahkemesi , 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır" hükmünü iptal etti.  Soyadı Kanunu'nun, evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuğun babasının soyadını alacağına ilişkin hükmünü iptali ile boşanan anne ile çocuk arasındaki soyadı farkı ortadan kalkacak, çocukların annesinin soyadını alması da mümkün olabilecek.


GÜNÜN YEMEĞİ:
Marul yaprağında, tereyağlı Barbur buğulama.


GÜNÜN ŞARKISI:
Sadeness- Enigma


GÜNÜN FİLMİ:
Şüphe- DOUBT



2008 yapımı film. John Patrick Shanley'nin Doubt isimli tiyatro oyunundan kendisi tarafından uyarlanmıştır. Başrollerde Meryl Streep, Philip Seymour Hoffman, Amy Adams ve Viola Davis yer almaktadır. Filmin yönetmenliğini Shanley yapmış, yapımcılığını Scott Rudin üstlenmiştir. Film 1964 yılında, Bronx'da St. Nicholas Kilisesi'nde geçmektedir. Ülke politikasındaki değişimin kilise camiasını da etkisi altına almasıyla okula ilk kez siyahi bir öğrenci alınmıştır. Rahibe Aloysius(Meryl Streep), kilisenin katı geleneklerini yıkmak için çaba gösteren Peder Flynn'in(Philip Seymour Hoffman) bu yeni öğrenciye karşı olan aşırı ilgisinden şüpheye düşer. Bu şüphe, Peder ve Rahibe arasında müthiş bir irade savaşı başlamasına sebep olur. Ayrıca film 5 dalda Oscar'a aday gösterilmiştir.Meryl Streep en iyi kadın oyuncu, Philip Seymour Hoffman en iyi yardımcı erkek oyuncu, Amy Adams ve Viola Davis en iyi yardımcı kadın oyuncu ve John Patrick Shanley en iyi uyarlama senaryo dalında aday gösterilmiştir. Şüphe'nin insanı nasıl ele geçiren bir duygu olduğuna ve sonuçlarına hep birlikte şahit olacaksınız.Oyunculuklar muhteşem.



GÜNÜN KİTABI:
We the living- Ayn Rand




Bir ülke, bir yaşam, bir kadın ve yaşanılanlarla yazmaya mecbur kalınan bir kitap: " Yaşamak İstiyorum" . Yaşamak istiyorum devlete karşı bireyin bir isyanıdır. Gerçek adı Alişya Rosembaum olan Ayn Rand isimli rus asıllı bir yazarın kitabı... Sovyet Rusya'da komünist rejimin baskılarını ve insanların sıkıntılarını anlatan bir kitap
Gazap günleriydi. Kardeşin kardeşten korktuğu acımasız bir devir yaşanıyordu. Kira ve Leo, Rus ihtilalinin en kanlı günlerinde birbirlerini tanıdılar. Sürgünler, hapishaneler, kurşunlar, ölümler... hiçbiri karların altına bir tohum gibi gizlenen aşklarını önleyemedi. Toplumun insanları robotlaştırdığı günlerde bile iradenin ve sevginin zaferini sergileyen eşsiz bir romandır Yaşamak İstiyorum.
Kalabalıklara karşı duranların çok şey bulacakları, dönemi ve de bunun sıkıntılarını iyi anlatan, yaşamak istiyorum diyenlerin anlayacakları farklı bir kitap.
Yıllardır değişmeyen bir gerçektir; hayatın anlamı ve varlığın esasının farkında olamayan insanların varlığı. Hazinenin varlığından bihaber insanlar ile dolu etrafımız. Hayat kendini melek zanneden, fedakarlık budalası bir çok insan tarafından kuşatılmış durumda. Tecavüze uğramış düşünceler, hapsolmuş ruhlar sarmış yeryüzünü. Biz diyenler bile bile kaybettiren kumar oynatmışlar ve böylece her geçen gün bir yenisini daha eklemişler hapsolan ruhlar halkasına... Ben demeye cesaret edenler çıkmış bir de, hayatının bir hazine olduğunu anlayıp "Yaşamak İstiyorum" diyenler...
"Bir şey söylemesek... Her şeyi sessizliğe bıraksak...ikimizin de her şeyi anladığını ve bu bakımdan birbirimize çok benzediğimizi konuşmadan bilsek."


GÜNÜN ŞİİRİ:
XIX
Oniki milyon ışık yılı uzakta gördüğün
bir yıldız belki bugün yoktur bile.
Sanırsın ki varlık ile yokluk aynı anda.
Yanıltıcıdır ışık, onun yolculuğuna çıkmazsan
O yok, ama görürsün ışığını varmış gibi, yolda.
Sanırsın ki varlık ile yokluk aynı anda.
Öyleyse aynı şeydir ikisi de: bir yol ötesi.
Varlık yolculuğa çıkar, gelin evine doğru,
ışık menzile vardığında bir yok olsa da.
Bir aşk mektubudur, bir sevdalı buluşmadır
milyarlarca yıl gecikmeyle gördüğümüz yıldızlar
ÖZDEMİR İNCE


GÜNÜN KÖŞE YAZISI:
Yaşasın hem gazete, hem marul...


Kasım ayı ortasında infaz koruma memurları koğuşa “yeni posta ücretleri” deyip bir liste bıraktılar.
Anladım ki mektup puluna zam
gelmiş. 90 kuruş olan normal posta ücreti 1 liraya çıkmış. Böylece mektubun da sağına bir sıfır eklemiş olduk.
İlk tutukluluk günlerinde pul bedeli 60 kuruştu. Çok geçmedi 65 kuruşa çıktı. 2010 başlarında 70 kuruş oldu. 5 kuruşluk artışlar zamanla yerini 10 kuruşa bıraktı. Önce 80, sonra 90 kuruş. 2011 başından beri 90 kuruştu.
Kabaca bir hesapla Silivri’nin üç yıllık enflasyonu yüzde 40’ı bulmuş.
***
Enflasyonu cezaevi yönetimi de kabul etti. Haftalık 200 lira olan harcama sınırı 1 Aralık’tan itibaren 300 liraya çıktı.
Mapuslar arasında harcama dengesizliği olmaması için böyle bir sınırlama getirilmiş. Dışarıda milyoner de olsanız hapiste haftalık kantin hakkınız 300 lira.
Parayı biz görmüyoruz. Ailemiz cezaevi yönetimine bizim adımıza yatırıyor. Herkesin bir hesap numarası var. Kantin fişinin üzerine ad – soyadı yanında hesap numarasını da yazıyoruz.
Hesaba para yattığı günün gecesi görevliler makbuzu koğuşa getiriyor. Makbuzu alırken görevliye takılıyorum:
“Vay, eşim maaşımızı yatırmış. Bakalım ne kadar olmuş…”
Özellikle tek kişi bırakıldıktan sonra bütçe hesabını daha dikkatli yapmak gerekti. En büyük harcama kalemi gazete. Haftada ortalama 80 lira gidiyor. Kalan 120 lirayı pul, temizlik malzemesi, kantin ve sebze-meyve arasında iyi dengelemek gerekiyor. Bazen araya “kantin sayımı” girer de, “Önümüzdeki hafta kantin yoktur. Bu haftaki fişlerinizi ona göre doldurun” anonsu yapılırsa, iş biraz daha zorlaşıyor. Bu tür sürprizlere hazırlıklı olup, özellikle dayanıklı ürünlerden stok yapmak, iyi bir çözüm.
En sağlam stoku telefon kartında yapmak gerekiyor. Telefon kartının fiyatı artmamış gibi yapıp zamladılar. Haftada 10 dakikalık telefon görüşmesi yaptığımız kartla önceleri 4 kez konuşabiliyorduk. 4 liralık fiyat artmadı ama, görüşme sayısı 3’e indi!
Kantinde satılan bütün ürünlerin listesi 6 punto haflerle bir dosya kâğıdında yazılı. Her koğuşa bir liste dağıtılıyor. Liste yenilendiğinde anlıyoruz ki kimi ürünlerin fiyatı zamlanmış. Listede rekor bisküvi çeşitlerinin, onu sigara yelpazesi izliyor. Sırada çerez var. Sonra plastik mutfak eşyaları ve çay çeşitleri.
Bunların tümünü bir şekilde yedekleyebiliyoruz ama, sebze-meyvede bunu yapmak mümkün değil. Gazete bedelinden arta kalan parayı harcarken önceliği sebze-meyveye vermek gerekiyor.
***
Harcama sınırının 300 liraya çıktığı duyurusundan sonra sabah gazeteleri getiren görevliye, her sabahki “Vay, beden gıdamızı (ekmek) az önce getirdiler, şimdi de beyin gıdası haa” sözlerinden sonra takıldım:
“Artık hem gazete hem marul…”
Gazeteleri kesemeyeceğimize göre fiyatlar biraz artınca sebze-meyveden kısıyorduk.
Kantin listesi genellikle fiyatlar nedeniyle yenileniyor ama, sebze-meyve listesinin daha başka anlamı var.
Mevsimler…
Silivri’de mevsimlere onlarla dokunabiliyoruz.
Geçenlerde 26 Ekim tarihli yeni liste geldiğinde, “Demek ki bir mevsime daha girdik” dedim.
Listeye baktım, üzüm ve kavun çıkmış, yerine portakal, mandalina, ayva girmiş.
Hele mandalinalar, yarı yeşil, yarı sarı, taptaze. 3 mandalina da dalında gelmiş, aralarında bir o kadar yaprak. Yemeye kıyamadım, bir ipe geçirip astım. Güzel bir seyirlik oldu.
Şöyle bir saydım, Silivri’de 11. mevsim dolmuş.
Bütün mesele geçen mevsimlerin altında çürümek değil, gelen mevsimin taptaze meyvesi gibi kendini yenileyebilmek.
Mustafa Balbay
13 Aralık 2011


9 Aralık 2011 Cuma

KENDİMİ PIRILTILANDIRIYORUM


Tanrıya bir teşekkür mektubu yazma vakti geldi sanırım. Sanki herşey çorap söküğü gibi ardı ardına çözülecek gibi. Buna inanmak istiyorum en azından. Bütün bunlara, merkeze kendini koymakla ulaşılabiliyormuş. Gönderilen tüm sinyalleri anlayıp anlayıp sırası değil şimdilerle savuşturmuşum.

Artık zamanı geldi. Tavuskuşu misali, küllerden yeniden doğmak için vakit kaybetmemeli. Şu kuantum bıdı bıdıları, hiç bir zaman ilgimi çekmedi. Ama bir yerlerden kulağıma çalınmış birşey var. Sen ne istersen, başarabilecek enerjiyi çağırırsın. Ama çalışmadan gelmesini de bekleyemezsin tabii.

Biliyorum ki enerjini tüm çevrene bulaştırırsan onlar da bu iyi şeyden nasiplerini alıyorlar. Almayanlarsa kelebek misali dağılıyorlar. Kelebekler, tehlike anında sürüden ayrılarak farklı yönlere kaçışırlar ve tehlike bittiğinde tekrar toplanırlar. 150.000 çeşidi bulunur onların ve olumlu özellikleri ve güzellikleri ile sevdiğim kanatlılardır. Sadece bu özellikleri ile korkak  insanlarla benzeştirdim.  Onlar niye tehlike anında dağılıyor, çünkü  dayanıksız olduklarının farkındalar. Tıpkı bazı insanların kendilerini bilmesi gibi.  Ama bu insanların bilmediği bir şey var. Cesur insanlar kendileri gibi cesurlarını bulup, enerjilerini birleştirip, güçlüklerden birlikte kurtuluyorlar. İyi günde, kötü günde diye güzel bir söz var ya tıpkı onun gibi, kaçışan iyi güncüleri hayattan çıkarmak gerek yani.


Tabi ki berbat hissedilen, bitilen anlar olacak. Birçoğumuza  oluyor şu an da bile. En azından iyi hissedilerek karşılamalı bu anları.  Elde kar olsun iyi hissetmeler. Kötü hisler varken gelince felaketler, çift kaşarlı etki yapıyor çünkü.

Yazma sürecimin başlamasına  bu yukarıda bahsettiğim durum sebep oldu galiba. Yani paylaşmaktan zevk almayı fark etmek. Bu sosyal medyada beğendiğiniz şarkı, yazı veya video paylaşmaktan biraz daha farklı. Onları küçümsemiyorum. Zira paylaşımın büyüğü, küçüğü olmaz. Kendi yazdığını paylaşmak biraz daha keyifli o kadar.  Herkesin anlatacağı bir şeyler var mutlaka,  sadece farklı olarak artık beynime değil de bilgisayarıma kaydediyorum.

 Bir de ben, yaşımın bana getirdiği en iyi şeyin zirvesindeyim. Artık olgunlaşma zamanıdır. Zaman o kadar değerli ki. Bir de başarılırsa, kaymaklı kadayıf, yeme de yanında yat. Laf aramız da ben kaymağı da kadayıfı da sevmem. Benim için en iyisi Bitter tadında olan galiba... ACIDAN BESLENMEK DİYE BUNA DENİR.

8 Aralık 2011 Perşembe

GÜNDEN KALAN

GÜNÜN CEP SÖZÜ:
Sadece bize değil bütün kuşağa, şarkı söylemenin bağırmak olmadığını öğreten adamdır Bülent Ortaçgil.
( Burhan Şeşen )


GÜNÜN ATATÜRK SÖZÜ:
Bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır.


GÜNÜN ŞARKISI:
Misread - Kings Of Convenience


GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Ben hiç doymadım 1 kaşık daha pilav yiyebilir miyim?


GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Derinciğim saat 9 buçuk yatma saatiii, ne pilavi yahu?


GÜNÜN YEMEĞİ:
Tavuk Suyuna Pilav


GÜNÜN OLAYI:
Galatasaray şeytanın bacağını kırdı.


GÜNÜN FİLMİ:
Never Let me go- Beni Asla Bırakma


Beni Asla Bırakma


Never Let Me Go Poster


Çocukluklarından itibaren aynı yatılı okula giden, birbirlerine çok bağlı üç dost olan Ruth, Tommy ve Kathy'nin yaşamı, korkunç gerçekle sarsılacaktır.
2010 ABD yapımı film, son günlerde izlediğim en çarpıcı konuya sahip. Mark Romanek'in yönetimindeki filmin oyuncuları Keira Knightley ve Carey Mulligan çok başarılılar. Filmin ilk 20 dk,sından sonra çarpılmak istiyorsanız mutlaka izlemelisiniz.
"Biz Galeriyi sizin ruhunuzda ne olduğunu anlamak için kurmadık, sizin bir ruhunuz var mı diye anlamak için kurduk." 


GÜNÜN KİTABI:
Beyoğlu Rapsodisi- Ahmet Ümit


Üç arkadaşın hikâyesi bu. Biraz da Beyoğlu’nun hikâyesi. Üç farklı kişiliğin, üç farklı yaşam tarzının birleştiği bir nokta bu dostluk. Önce onları tanıyoruz, hayatlarına tanık oluyoruz. Sanıyoruz ki, her şey hep böyle doğal gidecek. Sanıyoruz ki, hayat normal seyrini sürdürecek. Ama gün geliyor, bir fotoğraf sergisi hayatlarını değiştiriyor. Önce bir kadın giriyor bu üçlünün arasına, bir Rus. Sonra cinayet fikri hayatlarının bir parçası oluyor. 
Final açısından, okuduğum en çarpıcı Ahmet Ümit kitabıdır. Ahmet Ümit okumayı hiç denemeyenler için ilk tercih olmalıdır.


Beyoğlu Rapsodisi


GÜNÜN ŞİİRİ:
KARIMA MEKTUP
Bir tanem!

Son mektubunda:
“Başım sızlıyor
yüreğim sersem!”
diyorsun.


“Seni asarlarsa

seni kaybedersem;”
diyorsun;
“yaşayamam!”


Yaşarsın karıcığım,

kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı.


Ölüm

bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nâzım’a!


Ben,

alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim…


Karım benim!

iyi yürekli,
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim;
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı
NAZIM HİKMET RAN




GÜNÜN KÖŞE YAZISI:
Ağızlara Pele'senk


 Şu var ya şu... 


Şikeci.
Bu darbeci.
O ırkçı.
*
Yapıştır gitsin.
*
Elektriği, suyu, kanalizasyonu olmayan, adeta taş devrini yaşayan bi kasabada dünyaya geldi. Tesadüfe bak, o doğdu, kasabaya elektrik geldi. Teneke çatılı gecekondularda cılız ışıklar saçan “ampul”ler yanmaya başladı. Babası bu durumu müjde olarak kabul etti, oğluna, ampulü icat eden Edison’un adını verdi. Edson... Taaa Amerikalı zengin mucit, Brezilyalı bu çelimsiz bebeğin adaşı olmuştu. Az büyüdü, mahalle aralarında top koşturmaya başladı, Allah vergisi yeteneği vardı, önüne gelenin belini kırıyordu. Bir gün, rakip çocuklardan biri, sinirlendirip, moralini bozmak için“Pele” dedi ona... Edson hakikaten sinirlendi, ben Pele değilim, Edson’um diye bağırdı. Nafile. Zayıf noktayı gören öbür çocuklar da, Pele’sin işte, Pele’sin diye üsteledi, ağlaya ağlaya evine gitti, neden alay etmek için bana Pele diyorlar diye sordu babasına... Babası bilmiyordu. Boş ver dedi, üstünde durma, unutulur gider... Unutulmadı. Malum, çocuklar acımasızdır o yaşlarda, okulda, sokakta, her gören inadına Pele diye sesleniyordu. Kızlar bile... Ki, en fenası oydu. Deliriyordu bu vaziyete... Ama, kurtulamadı. Pele aşağı, Pele yukarı, yapıştı kaldı. Sonrasını biliyorsunuz, üç dünya kupası kazanan ilk insan oldu, hiç olimpiyata katılmadı ama, yüzyılın atleti ilan edildi, efsaneleşti.
*
Şöhret olunca, röportajlarında sordular haliyle, Pele ne demek? Bilmiyorum dedi. Sadece o bilmese gene iyi... Koskoca Brezilya’da Pele’nin anlamını bilen yoktu, ki zaten, Portekizce’de böyle bi kelime yoktu. Dünya basını seferber oldu. Arandı, tarandı, Karayip Adaları’nda böyle bi yanardağ olduğu tespit edildi. Ama, o da Pelee’ydi, iki e’li... Üstelik, Pelee, yanardağ tanrıçasıydı, yanikadın, ne alakası var, uymadı. Bu sefer, bilimadamları devreye girdi, Yunan mitolojisinde izine rastlandı. Dediler ki, Akhilleus’un babası Peleus’tur, olsa olsa, odur... Hadi len! Pele nerde, Peleus nerde... Yazılışı, okunuşu bile farklı. Ayrıca, Pele’ye bu adı takan mahalle arkadaşı nerden bilsin Peleus’u Meleus’u birader? Çaresiz, işin ucu bırakıldı.
*
Anlamı dünya çapında bilinmeyen
Pele, dünyanın en ünlü sıfatı olarak kaldı...Bugün  bile soruyorlar Pele’ye, 
ne demek diye, Ben Edson’um, Pele değilim, dünyaya anlatamadım diyor!
*
Kıssadan hisse... 
*
Hani şu kim olduğu meçhul yeteneksiz tiplerin, bileğini bükemediği insanlara yapıştırdığı sıfatlar var ya, şikeci, ırkçı, çeteci, darbeci filan gibi... Pele’dir.
Sen istediğin kadar değilim de.
*
Unuttukları pürüz ise... 
Aslında ampul’dür Pele. 
Yılmaz Özdil / Hürriyet