8 Aralık 2011 Perşembe

GÜNDEN KALAN

GÜNÜN CEP SÖZÜ:
Sadece bize değil bütün kuşağa, şarkı söylemenin bağırmak olmadığını öğreten adamdır Bülent Ortaçgil.
( Burhan Şeşen )


GÜNÜN ATATÜRK SÖZÜ:
Bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır.


GÜNÜN ŞARKISI:
Misread - Kings Of Convenience


GÜNÜN DERİN SÖZÜ:
Ben hiç doymadım 1 kaşık daha pilav yiyebilir miyim?


GÜNÜN ANNE SÖZÜ:
Derinciğim saat 9 buçuk yatma saatiii, ne pilavi yahu?


GÜNÜN YEMEĞİ:
Tavuk Suyuna Pilav


GÜNÜN OLAYI:
Galatasaray şeytanın bacağını kırdı.


GÜNÜN FİLMİ:
Never Let me go- Beni Asla Bırakma


Beni Asla Bırakma


Never Let Me Go Poster


Çocukluklarından itibaren aynı yatılı okula giden, birbirlerine çok bağlı üç dost olan Ruth, Tommy ve Kathy'nin yaşamı, korkunç gerçekle sarsılacaktır.
2010 ABD yapımı film, son günlerde izlediğim en çarpıcı konuya sahip. Mark Romanek'in yönetimindeki filmin oyuncuları Keira Knightley ve Carey Mulligan çok başarılılar. Filmin ilk 20 dk,sından sonra çarpılmak istiyorsanız mutlaka izlemelisiniz.
"Biz Galeriyi sizin ruhunuzda ne olduğunu anlamak için kurmadık, sizin bir ruhunuz var mı diye anlamak için kurduk." 


GÜNÜN KİTABI:
Beyoğlu Rapsodisi- Ahmet Ümit


Üç arkadaşın hikâyesi bu. Biraz da Beyoğlu’nun hikâyesi. Üç farklı kişiliğin, üç farklı yaşam tarzının birleştiği bir nokta bu dostluk. Önce onları tanıyoruz, hayatlarına tanık oluyoruz. Sanıyoruz ki, her şey hep böyle doğal gidecek. Sanıyoruz ki, hayat normal seyrini sürdürecek. Ama gün geliyor, bir fotoğraf sergisi hayatlarını değiştiriyor. Önce bir kadın giriyor bu üçlünün arasına, bir Rus. Sonra cinayet fikri hayatlarının bir parçası oluyor. 
Final açısından, okuduğum en çarpıcı Ahmet Ümit kitabıdır. Ahmet Ümit okumayı hiç denemeyenler için ilk tercih olmalıdır.


Beyoğlu Rapsodisi


GÜNÜN ŞİİRİ:
KARIMA MEKTUP
Bir tanem!

Son mektubunda:
“Başım sızlıyor
yüreğim sersem!”
diyorsun.


“Seni asarlarsa

seni kaybedersem;”
diyorsun;
“yaşayamam!”


Yaşarsın karıcığım,

kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı.


Ölüm

bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nâzım’a!


Ben,

alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim…


Karım benim!

iyi yürekli,
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim;
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı
NAZIM HİKMET RAN




GÜNÜN KÖŞE YAZISI:
Ağızlara Pele'senk


 Şu var ya şu... 


Şikeci.
Bu darbeci.
O ırkçı.
*
Yapıştır gitsin.
*
Elektriği, suyu, kanalizasyonu olmayan, adeta taş devrini yaşayan bi kasabada dünyaya geldi. Tesadüfe bak, o doğdu, kasabaya elektrik geldi. Teneke çatılı gecekondularda cılız ışıklar saçan “ampul”ler yanmaya başladı. Babası bu durumu müjde olarak kabul etti, oğluna, ampulü icat eden Edison’un adını verdi. Edson... Taaa Amerikalı zengin mucit, Brezilyalı bu çelimsiz bebeğin adaşı olmuştu. Az büyüdü, mahalle aralarında top koşturmaya başladı, Allah vergisi yeteneği vardı, önüne gelenin belini kırıyordu. Bir gün, rakip çocuklardan biri, sinirlendirip, moralini bozmak için“Pele” dedi ona... Edson hakikaten sinirlendi, ben Pele değilim, Edson’um diye bağırdı. Nafile. Zayıf noktayı gören öbür çocuklar da, Pele’sin işte, Pele’sin diye üsteledi, ağlaya ağlaya evine gitti, neden alay etmek için bana Pele diyorlar diye sordu babasına... Babası bilmiyordu. Boş ver dedi, üstünde durma, unutulur gider... Unutulmadı. Malum, çocuklar acımasızdır o yaşlarda, okulda, sokakta, her gören inadına Pele diye sesleniyordu. Kızlar bile... Ki, en fenası oydu. Deliriyordu bu vaziyete... Ama, kurtulamadı. Pele aşağı, Pele yukarı, yapıştı kaldı. Sonrasını biliyorsunuz, üç dünya kupası kazanan ilk insan oldu, hiç olimpiyata katılmadı ama, yüzyılın atleti ilan edildi, efsaneleşti.
*
Şöhret olunca, röportajlarında sordular haliyle, Pele ne demek? Bilmiyorum dedi. Sadece o bilmese gene iyi... Koskoca Brezilya’da Pele’nin anlamını bilen yoktu, ki zaten, Portekizce’de böyle bi kelime yoktu. Dünya basını seferber oldu. Arandı, tarandı, Karayip Adaları’nda böyle bi yanardağ olduğu tespit edildi. Ama, o da Pelee’ydi, iki e’li... Üstelik, Pelee, yanardağ tanrıçasıydı, yanikadın, ne alakası var, uymadı. Bu sefer, bilimadamları devreye girdi, Yunan mitolojisinde izine rastlandı. Dediler ki, Akhilleus’un babası Peleus’tur, olsa olsa, odur... Hadi len! Pele nerde, Peleus nerde... Yazılışı, okunuşu bile farklı. Ayrıca, Pele’ye bu adı takan mahalle arkadaşı nerden bilsin Peleus’u Meleus’u birader? Çaresiz, işin ucu bırakıldı.
*
Anlamı dünya çapında bilinmeyen
Pele, dünyanın en ünlü sıfatı olarak kaldı...Bugün  bile soruyorlar Pele’ye, 
ne demek diye, Ben Edson’um, Pele değilim, dünyaya anlatamadım diyor!
*
Kıssadan hisse... 
*
Hani şu kim olduğu meçhul yeteneksiz tiplerin, bileğini bükemediği insanlara yapıştırdığı sıfatlar var ya, şikeci, ırkçı, çeteci, darbeci filan gibi... Pele’dir.
Sen istediğin kadar değilim de.
*
Unuttukları pürüz ise... 
Aslında ampul’dür Pele. 
Yılmaz Özdil / Hürriyet


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder